Post image
Taklit edilemez bir edebi miras bıraktı

 

İnsancıl üslubuyla Çehov, gerçekliğe sadakatin insan ruhu için en ortak ve en sağlam dayanak olduğunu ileri sürüyordu. 1904 yılında genç yaşta tüberkülozdan öldüğünde çeşitliliği ve çok boyutluluğuyla taklit edilemez bir edebi miras bırakmıştı.

Anton P. Çehov Rus edebiyatının altın çağının önde gelen isimlerindendir. Drama, öykü, novella gibi çeşitli türlerde ürünler vermiş olan yazar, Dostoyevski, Tolstoy, Gorki gibi edebiyat ve düşün devlerinin damgasını bulduğu bir çağda, özgün üslubu, tutum ve görüşleriyle kendini kanıtlamış ve dünya edebiyatının vazgeçilmezleri arasına girmiştir.

Çehov Rusya’nın Taganrog şehrinde, toprak kölesi kökenli bir ailede doğdu. Babası Pavel Yegoroviç Çehov’un koyu taassubu altında zor bir çocukluk geçirdi. Babasının dükkanında çalışırken yörenin Grek-Ortodoks okuluna başladı. Ardından dönem Rusyası’nın nitelikli ortaöğretim kurumlarından gimnazyumda öğrenimine devam etti. Gimnazyum öğreniminin ardından Moskova’ya geçti. Burada ailesinin geçim sorumluluğu tamamen yazarın omuzlarına binmişti. Sonradan “Çocukluğum çocukluk değildi” diye anacaktı o günleri, “paranın tiksinti verici derecede değerli görüldüğü bir çevrede doğdum, büyüdüm, okudum ve yazmaya başladım.”

1879 yılında Moskova Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne giren Çehov ilk yazılarını da çeşitli amatör dergilerde bu yıllarda yayımlamaya başladı. 1880 ile 1887 yılları arasında takma isimle pek çok mizahi öykü kaleme aldı. Bu dönemde, bin sözcüklük kısa öyküleri de dahil olmak üzere hatırı sayılır bir külliyat oluşturduğu söylenebilir. Öte yandan, asıl ününü yapıtları başkent Sen Petersburg gazete ve dergilerinde yayımlanmaya başladığında kazandı. Çocukluğunda Ukrayna’da yaptığı bir yolculuğu anlattığı, otobiyografik öyküsü Bozkır’la birlikte mizahın sınırlarını aşarak gerçekçi edebiyat sahasına girmiş oluyordu. Çehov bundan sonra 1904 yılındaki ölümüne dek 50 öykü yayımlayacaktı.

Çehov bu dönemde genç bir yazardan beklenmeyecek zenginlikte içeriğiyle kendini gösteriyordu. Doktorluk kariyerinden de beslenen gözlemleriyle, intihar, ruhsal ve fiziksel hastalıklar gibi konuları insanın en naif özlem ve arayışlarıyla harmanlayarak işleyebilen, komedi ile trajedi arasında salınan bir yelpazede yapıtlar veriyordu. Dahası, 1890’ların başlarında, arayışlarını sıradışı bir sahaya taşımaya karar verdi ve Sibirya’nın bile ötesine geçerek Moskova’dan 9600 km uzaklıktaki Sahalin’de ağır ceza mahkûmlarının ve sürgünlerin yaşamlarını gözlemledi.

 

 

İNSANCIL BİR ÜSLUBU VARDI

Çehov aynı dönemde tiyatro yazarlığına ağırlık verdi. Ekim 1896’da Moskova’da sahneye, konan ve yanlışlıkla komedi olarak sunulan ünlü yapıtı Martı seyirciden gördüğü tepki nedeniyle Çehov’da büyük hayal kırıklığı doğurduysa da, bugün dünya klasikleri arasında tartışmasız yerini almıştır. Bunun hayal kırıklığıyla yılmayan yazar, 1897 yılında yayımlanan Vanya Dayı‘da. taşra yaşamının durgunluğu ve umutsuzluğuna ilişkin gözlemleriyle ses getirdi. Tiyatro çalışmalarında Çehov’un en büyük destekleyicisi, Vladimir-Nemiroviç Dençenko ile Konstantin Stanislavski yöneticiliğindeki Moskova Sanat Tiyatrosu oldu. 1901 tarihli Üç Kız Kardeş bu işbirliğinin etkileyici bir örneğidir. Yazarın dört büyük tiyatro oyunlarından sayılan, ölümünden kısa süre önce sahnelenen Vişne Bahçesi de bir komedi ve hatta fars olarak sunulmasına rağmen Rus toprak sahibi sınıfının köhneliğini ve çöküşünü bütün çarpıcılığıyla ortaya koyuyordu.

Çehov “entelijansiya” olarak bilinen, döneminin Rus yazar ve düşünür sınıfına köktenci bir eleştirellikle yaklaşıyordu. Tanışıklığı olan ve 1880’lerde öğretisinden etkilendiği Lev Tolstoy’un pasifist dünya görüşünden 1890’lardaki yapıtlarında ayrıldı. 1891 tarihli Düello öyküsünde Tolstoyculuktan pozitivizme kadar Rus düşün yaşamına egemen olan bütün akımları ustaca yansıtan Çehov, aydınların büyük hevesle sarıldıkları fikirlerin kendi maddi gerçekliklerine olan mesafesini pürüzsüz bir mizahla işledi. 1897 tarihli Köylüler öyküsü ise yine Rus düşün yaşamının genel manzarası içinde belki de en aykırı yapıtlarındandı. O döneme dek halkçı akımlardan Tolstoyculuğa kadar her kesimin romantikleştirdiği köylülüğü sert bir eleştirellikle mercek altına aldı ve Rusya’nın kurtuluşunun değil, geri kalmışlığının bir simgesi olarak işledi.

Anton Çehov Rus kültür dünyası içinde bağımsız bir figür olmakla birlikte evrensel hümanist düşüncenin bir üyesi sayılabilir. Ahlakçılıktan nihilizme kadar çeşitli uçların çatıştığı Rusya düşün sahnesinde o, sakin, sade ve insancıl üslubuyla “gerçekçiliği” temsil ediyor ve gerçekliğe sadakatin insan ruhu için en ortak ve en sağlam dayanak olduğunu A ileri sürüyordu. Çehov kimseyle kavga etmiyordu, onun yerine mücadeleyi veren, yapıtlarında dürüstlükle yansıttığı Rusya gerçekliğiydi. 1904 yılında genç yaşta tüberkülozdan öldüğünde, çeşitliliği, çok boyutluluğuyla taklit edilemez bir edebi miras bırakmıştı.

(Sabah Pazar, 07.01.2024)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN