Post image
Haftanın kaçırılmazları

 

Tuğçe MADAYANTİ DİZİCİ

Sinema tarihinin en büyük klasiklerinden sayılan ‘The Godfather’ın beyaz perdeye taşınma yolculuğunu anlatan ‘The Offer’ ve katilin kim olduğunun peşinde olmaktan ziyade nasıl, neden sorularının peşinde olan, bunu da kadın bakış açısını önceleyerek yapan ‘Shining Girls’ dizileri bu hafta öne çıkan yapımlar arasında yer alıyor.

GERÇEK KURGUDAN DAHA ŞAŞIRTICI

Amerikalı yazar Mario Puzo‘nun Don Vito Corleone‘nin başkanlığındaki Sicilyalı bir Mafya ailesinin kurgusal hikâyesini anlattığı ‘The Godfather’ın beyaz perdeye taşınma hikâyesini, yani o dönem aslında kimsenin yapmak istemediği bir filmi Paramount’un en büyük hitine dönüştüren Albert S. Ruddy’nin hikâyesinin anlatıldığı ‘The Offer’ dizisi başladı. Paramount+’ın bu yeni ve iddialı dizisi akıcılığı ile her sahnesinde yarattığı serüvene daha da sürüklüyor insanı. Aslen Montreal doğumlu olan Albert S. Ruddy oldukça şahsına münhasır bir karakter bir beyin. Mimarlık mezunu ve inşaat sektörü çalışanıyken sinema sektörüne girdiğini gördüğümüz karakter, Warner Brothers’ta kısa bir müddet geçirdikten, altı sezon yayınlanan durum komedisi Hogan’s Heroes’un (CBS, 1965–1971) ortak yapımcılığını yaptıktan sonra 1972’de The Godfather’ın yapımcılığını üstleniyor. Ve En İyi Film dalında iki Oscar’ından ilkini kazanıyor.

Bugün hâlâ yapımcılığa devam eden ve buralarda pek tanınmasa da Amerika’da sayılan bu ünlü karaktere dizide Miles Teller (The Spectacular Now, Whiplash) hayat veriyor. Dünyadaki en iyi sinema eğitiminin verildiği okullar arasında yer alan Tisch School of the Arts mezunu olan Miles Teller aslında yeni jenerasyonun en yetenekli isimlerinden biri olsa da bir türlü hak ettiği noktaya gelememiş gibi gelir bana. Bu dizi ile bir kez daha umutları yeşerttiğini söyleyebiliriz. Robert Evans rolünde izlediğimiz Matthew Goode da harika bir oyuncu. Rosemary’s Baby, Love Story, The Godfather ve Chinatown’daki çalışmalarıyla tanınan Amerikalı film yapımcısı, stüdyo yöneticisi olan Robert Evans üzerinden hayranı olduğumuz filmlerin nasıl yapıldığı ve yapımların arkasındaki insanların kimler olduğuyla ilgileniyorsanız, bu karakteri sizler de büyüleyici bulacaksınız.

Dizide, Hollywood’un altın gibi parlayan yüzü bir yandan akarken, dönemin starları ve sinema dünyasının mühim isimleriyle tanışıyor olmamız da cabası. Francis Ford Coppola’nın yönetmen olarak seçilmesi (Dan Fogler) ve hikâyenin Al Pacino (Anthony Ippolito) ve Marlon Brando’yu (Justin Chambers) içermesiyle hikâye daha kanlı canlı ilerliyor adeta. Hollywood masalı anlatıp, stüdyo yöneticilerinin sahne arkasında ne işler karıştırdığını izlerken, kaçınılmaz olan bir yan hikâyeyle seyirciye gangster draması da sunuluyor. The Godfather’ın çekilmesinin önündeki engellerden biri olarak dönemin New York’unun büyük mafya babası Joe Colombo (Giovanni Ribisi) ve onun 1970’te kurduğu İtalyan-Amerikan Sivil Haklar Ligi de çerçeveye dahil oluyor. Puzo’nun romanında, İtalyan-Amerikalılarının kötü şekilde tasvir edildiği iddia edilerek filmin çekiminin engellenmesi için propaganda yürütülüyor. Gerçek kurgudan daha şaşırtıcıdır diyebileceğimiz bu durum sonucunda, The Offer’ın ilk bölümü de mafya şiddeti içeren bir sahneyle sona eriyor. Henüz iki bölümü yayınlanan dizi beIN CONNECT’ten takip edilebilir.

SAKİN AMA TETİKLEYİCİ

Apple TV+’ın yeni dizisi ‘Shining Girls’ Güney Afrikalı yazar Lauren Beukes‘in aynı adlı romanından uyarlanmış. Kirby Mazrachi (Elisabeth Moss) altı sene önce kurbanı olduğu şiddetli saldırıya benzer bir cinayet işlenince, kendi saldırısıyla bağlantılı olduğunu fark eder ve kendi failini muhabir Dan Velazquez (Wagner Moura) desteğiyle aramaya başlar.

 

 

Faili teşhis etmek için çağrıldığı karakolda, Kirby baktığı fotoğraflar arasında teşhis etmekte zorlanınca, dedektife “O herkes. O hiç kimse” diyerek aslında aradığımız katilin kim olduğunun peşinde olmaktan ziyade nasıl ve neden sorularının peşinde olduğumuzu iyice anlıyoruz. Zaten 90’larda dedektif, gazeteci ve travmatik kurban arasında geçen hikâyede en beğendim yön bu; daha ilk sahneden suçlu karakter Harper’ı (Jamie Bell) tanımamız. Bu noktada da dizinin yönetmeninin başarısı devreye giriyor. Adi suçlu Harper’ın küçük bir kız çocuğunu evinin önünde sinsice taciz ettiği dizinin ilk sahnesi o kadar tedbirli, sorumluluk içerisinde ve sanatsal çekilmiş ki, küçük kızın hissettiği ama tam tarifleyemediği o boğucu rahatsızlık ekranı delip geçiyordu. Kariyerinde Game of Thrones ve Breaking Bad gibi diziler yer alan yönetmen, yapımcı Michelle MacLaren’ın bu başarılı sahneyle anlatıdaki kadın bakış açısının bir kanıtı olarak görüyorum. Ayrıca Kirby’nin saldırıdan sonra kimlik değiştirerek sürdürdüğü hayatında, zaman ve mekân algısını kaybetmesiyle gerçek olanın kırıldığı zihinsel bulanıklık olay örgüsünü daha bulmaca dolu bir hale sokmayı başarmış. Sakin ama tetikleyici, merak uyandırıcı ilerleyen ve henüz beş bölümü yayınlanan bu sekiz bölümlük dizinin izlediğim ilk üç bölümünden sonra gideceği yönü merakla bekliyorum.

(Birgün, 22.05.2022)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN