Post image
‘Önce kadınlar sonra çocuklar parçalanıyor!’

 

Hende MİR

Demet Cengiz, Su Üçlemesi‘nin yeni romanı İçimde Yanan Nehir (İnkılâp Yayınevi) ile aile içi sevgisizlik, ağır yoksulluk, çocuğa ve kadına yönelen şiddet, cinsel istismar konularını işliyor. Üçlemenin ilk romanı Adımı Deniz Koydular‘da yüzeysel olarak değinilen iki karakterin öfkeyle yoğrulmuş yaşam savaşları hem sert bir gerçekçilikle hem de büyülü bir dille anlatılıyor. Akıcı dili ve yetkin kurgusuyla güncel edebiyatımızın dikkat çeken isimlerinden Demet Cengiz ile yeni romanı İçimde Yanan Nehir’i konuştuk.

■ Bir üçlemeye kalkıştınız. İlk romanınız Adımı Deniz Koydular’ı okuduk, şimdi İçimde Yanan Nehir ile karşımadasınız. Yine toplumsal ve zor konuları seçtiğiniz bir roman.

Evet. Bu işe kalkışırken verilmiş bir karardı bu. Konular zor. Evet, okuması zor, yazması zor, konuşması zor. Ama hiçbiri bunları yaşamak kadar zor olamaz.
“Aman bize bulaşmasın ” diyerek başımızı çevirdiğimiz o trajik öyküler birilerinin yaşamöyküsü. “Dayanamıyorum ” diyerek kaçındığımız konular birilerinin başlarına gelen olaylar. Bizim için “konu ” olan bu sevimsizlikler onların “yaşamı”. Ama tüm bu zor konulara bir başlık atacak olsaydım “Aile içi sevgisizlik” derdim.

■ Kitabı okurken fark ediyoruz ki gecekondu dünyasını çok iyi biliyorsunuz.

Orta halli, görece orta halin biraz üstü bir ailede dünyaya geldim. Fakat çok fazla gecekondu mahallesi gezdim. Pek çok gecekondunun içine girdim. 1990’larm sonunda gazeteciliğe bir üniversite öğrencisi olarak başladığımda Altınşehir’e gitmiştim. Ayağımda kanvas beyaz botlar… Romanlarımda anlattığım gibi etrafı tahtlarla çevrilmiş dış tuvaletleri gördüm, çukurlardan taşan lağıma bastım. Öğrenci paramla zar zor aldığım botlarımı çöpe attım. İstanbul’un 1970’lerdeki gecekondu mahallelerini incelerken benzer mahallelere de gittim. İnsanlar bakmıyor ve görmüyor. Hâlâ camsız, kırık camı taktıramayıp pencereye poşet bantlamış yoksul evleri var. Ben bir gözlemciyim. Sadece bakıyorum ve görüyorum. Ve sanırım empatik kişiliğim görmenin ötesine geçirip hissettiriyor bana.

■ Romanı sunuş sayfasında “Bu kitap anneli öksüzler, babalı yetimler için yazılmıştır” diyorsunuz ve kitabı onlara adıyorsunuz ama kahramanlarınızın anne babaları hayatta.

Zaten tüm trajedi bundan kaynaklanıyor. Babalı yetim olmaktan, anneli öksüz olmaktan… Var ama yok olan anne babadan. Çünkü gerçekten yetim ve / veya öksüz olsanız, birileri sırf bu yalnızlığınıza üzülecek ve size şefkat gösterecek, merhamet edecek. Annenin, babanın olmaması çok acı ama ondan daha acı bir şey biliyorsam o da varken yok gibi davranan, sevgisini esirgeyen anne ve babalar.

TANRI SANCISI ÇEKMEK

■ Bir başka kilit İsra Suresi’nden. Tanrı her insana kıyamet gününde okumaları için önüne bir kitap koyacağını söylüyor. Ama siz kahramanlarınıza bir başka kitap yazıyorsunuz.

Bir agnostiğim, ama kutsal metinlere çok fazla atıfta bulunuyorum. Bu bir Su Üçlemesi ve her kitap farklı bir kutsal kitaptan alıntıyla açılıyor. Adımı Deniz Koydular romanımda İsra Suresi 13-14 var ve herkesin yapıp ettiğinin yazılı olduğu bir kitabın kıyamet gününde önlerine konulacağı söyleniyor. Adımı Deniz Koydular’ın Tanrı’sı Deniz karakteri. Kitapları o yazıyor ve okuyor. Belki Tanrı’ya bir öykünme olabilir. İçimde Yanan Nehir’de ben yazar olarak beliriyorum. Hem önceki iki kitabı okuyorum hem de sıradaki – şu anda roman olan – iki kitabı dinliyorum. Üçüncüsü de Leyla’nın kitabı olacak.

■ Gene bir tersinleme (ironi) ile karşılaşıyoruz: “Şairim ama şiir yazmam!”. Yazamam değil ama yazmam! Bir iddia! Sonra şu cümle: “Burası Seyrantepe. Burada Tanrı yoktur, her işimizi kendimiz görürüz. “Ama gecekondulu dinsel hurafelerle yaşıyor.

Diyalektik bir zihne sahibim. Anlatılarım da bundan payını alıyor. Şiir yazmak acı çektiğini göstermenin süslü bir yolu bence. Bu cümleyi yıllar önce kendim için etmiştim. Sonra Deniz karakterine çok yakıştırıp ona atfettim. “Çektiğim acıyı süslü veya süssüz göstermeyeceğim ” demek istiyor. “Burada Tanrı yoktur, her işimizi kendimiz görürüz ” cümlesi ise yaşanan tüm ağır yoksulluğa, şiddete, vahşete müdahale etmeyen Tanrı’ya. bir isyan! Asıl ironi insanlara inandıkları Tanrı’nın yardım etmemesi. Bazen Tanrı sancısı çekiyor olabilirim.

■ Özellikle Türkiye’nin güncel tarihinden yararlanmanız, romanınıza aktarmanız ve Deniz’i “Kardelen” yaparak onun için önceden yazılan kaderi değiştirmeniz çok hoşuma gitti. Prof. Dr. Türkan Saylan ve çevresi…

Adımı Deniz Koydular: “kuşlar boynumuza dolandığında…” romanımın ismi kaderlerimize atıf. Türkan Saylan gibi yüce gönüllü insanların bir dokunuşuyla o yazgıların değişebildiğini gösterdim. Benim için bu isimleri anmak bir saygı duruşuydu.

■ Gerçekçilik anlayışınız Orhan Kemal, Fakir Baykurt gerçekçiliğinden çok farklı. Sadece fotoğraf çekmiyorsunuz!

Gerçek yaşam öykülerinden derlediğim bu anlatıları yıllarca kalbimde taşıdım. Yüreğimde hissederek yazdım. Ben bakıp gördüğüm dünyadan sıklıkla acı duyuyorum. Başkaları için çektiğim acıların işe yaramasına – tuhaf kaçacak ama böyle söylemek zorundayım – sevindim. Oysa neşeli ve sevecen bir doğam var. Bu da benim çelişkim.

‘ROMANLARIM TÜRKİYE GİBİ’

■ Anlatı alanına ya da ormanına zaman zaman bir sosyolog ve filozof olarak daldığınız da oluyor. Bazen de bir psikolog gibi…

Romanlarımın Türkiye gibi olduğunu düşünüyorum. Evet, karmaşık ve yorucu ama zaten yaşamın kendisi böyle değil mi? Hepsi ve her şey anlama acısı çekmemden. Yazmak tenha bir eylem. Açıkçası ben yazarak yaşama tahammül ediyorum. Okura emanet etme son aşama…

■ Deniz’in romanında James ve Nile’ın ne işi var? Onların yazgısı da İsra Suresi’nde mi yazıyor?

Bizim her birimizin biricik yazgısı / yaşamı, diğer herkesin biricik yazgısı / yaşamıyla birlikte örülmüş kumaşlar değil mi? Her birimizin kumaşında başka birinin ipi, iğnesi, makası… Nedensellik, etki-tepki, olaylar örgüsü. .. Kimin öyküsü başkasınmkinden bağımsız ki? Ayrıca bizim mikro öykülerimiz yaşanırken makroda belki bir kum tanesi kadar yer tutuyoruz.

‘SEVGİSİZLİK EN BÜYÜK DERT’

■ İkinci romanınız İçimde Yanan Nehir’de sadece yoksulluğu anlatabilirdiniz. Veya çocukları… Veya kadınları… Veya şiddeti, cinsel istismarı… Hepsini bir arada anlatıyorsunuz. Neden?

Hepimizin ilk sakatlandığı yer anne baba yanı. Sevgisizlik tüm travmaların kaynağı. Duygusal veya fiziksel şiddet, istismar, cinsel saldırılar hep sevgisizlikten. En kötüsü de aile içi sevgisizlik. Su Üçlemesi’nin üçü de hırpalanmış çocuklar ile parçalanmış kadınlara kafa yoruyor.

Benim yazdıklarım, başkalarının yazdıkları, dinlediğim çocukların zarar gördüğü öykülerin çoğunlukla ortak bir noktası var. Eğer bir çocuk zarar görüyorsa mutlaka ondan önce çiğnenmiş bir kadın var. Kadın öyle bir eşik ki onu aşınca çocuklara kolaylıkla zarar veriyor insanlar. İster dışarıdan olsun ister aile içinden canavarlar önce kadını sonra çocuğu parçalıyorlar. Kadınların canavar olduğu öyküler de var ama bunlara gerçekten çok az rastlanıyor.

■ İçimde Yanan Nehir bir devam romanı mı?

Devam romanı değil. Üçlemenin her biri ayrı ayrı okunabilir. Buna özellikle dikkat ettim. Ancak tabii ki sıralı okunduğunda çok daha anlamlı olacaktır. Adımı Deniz Koydular romanımda Deniz Yıldız ve James Rowe iki ana karakterdi. O romanda öykülerine daha az değinilen Deniz’in ikizi Yeter ve ilk aşkı Nile, İçimde Yanan Nehir’in ana karakterleri.

“Hikâyeyi anlatanın anlatmayana haksızlık yapması hep bakiydi. Sadece anlatılan hikâyeler bilindi, susanların hikâyeleri sır olarak kaldı” diyerek bu romanı kaleme aldım.

Su Üçlemesi’nde, kadınları yaşamın kaynağı gördüğüm için yaşamın kaynağı suyun üç formunu -Deniz, Nehir, Göl- seçtim.

İçimde Yanan Nehir’de, acıdan çok öfke var. Susulmuş acıların patlamalara dönüştüğü bir öfke… Bu kez okurun karşısında bir savaşçı var. Hem de öyle böyle değil gerekirse bir başına tüm dünyaya karşı duran bir komutan.

İlk romanda Deniz’in acıklı öyküsü vardı, ancak tüm acıya, haksızlığa karşın Deniz, kaderi değişmiş bir kadındı. Deniz, mahalleden çıkmıştı. İçimde Yanan Nehir mahallede kalanları anlatıyor. İkizi Yeter’in öyküsüne odaklanıyor.

Yeter, Seyrantepe’de doğuyor ve tüm yaşamı Ayazağa’da geçiyor. 1980’lerde, 1990’larda özellikle yoksul semtlerde örgütlenen siyasal İslam’ın mahalle baskısına dönüşmesine, patriyarkanın esir ettiği kadınlara, erkeklerden daha çok patriyarkaya bağlı kadınlara varoşların acımasız düzenine ve daha pek çok konuya değiniyor.

(Cumhuriyet Kitap, 04.04.2024)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN