Yekta KOPAN
Pınar Kür‘ün Asılacak Kadın romanında bir cinayet etrafında dönen hikaye; kadının yaşam hakkının, yargının işleyişinin de sorgulanması.
Pınar Kür, 15 Temmuz’da aramızdan ayrıldı. Edebiyatımızın büyük kaybı, benim için biraz da aileden bir kayıptı. Pınar Hanım’ın biricik oğlu Emrah Kolukısa çok eski bir dostumdur. Emrah’la hem dost olduk hem de uzunca bir süre iş arkadaşı. Onunla yaptığımız kültür sanat programlarını, o çalışma günlerini özlüyorum. Pınar Hanımla da bu dostluk sayesinde, bir ev sohbetinde tanışmıştım. Doğrudan konuşan, lafı evirip çevirmeyen, arka yollara sapmayı sevmeyen bir usta vardı karşımda. Sadece Türkiye’deki edebiyat ortamını değil, dünyayı yakından takip eden biriydi Pınar Hanım. Sohbetlerinde, edebiyata ve güncel politikaya dair sorularla hepimizin zihnini açardı. Gülmeyi de çok severdi.
Edebiyatında da aynı netlik, aynı doğrudanlık vardı. 1979’da yayımlanan Asılacak Kadın, bu tavrın en çarpıcı örneklerinden biridir. Pınar Kür’ün Melek adını verdiği başkahraman, altsınıftan, yoksulluk ve şiddetle yoğrulmuş bir yaşamın içine doğmuş bir kadındır. Roman, Melek’in hikâyesini çok sesli bir anlatımla verir: Mahkeme kayıtları, tanık ifadeleri, resmi belgeler, dedikodular, kendi iç sesi… Tüm bu parçalar birleşerek, bireyin kaderini belirleyen toplumsal yapıyı görünür kılar.
Gündelik temizlik işlerinde çalışan Melek, mutsuz bir evliliğin ve baskıcı bir hayatın içinde sıkışmıştır. Sevgi görmeden büyümüş, en yakınındaki insanlardan bile şefkat bulamamıştır. Bir gün, kocasının ölümüyle sonuçlanan olaylar zinciri başlar. Mahkeme salonuna taşınan bu hikâye, yalnızca bir cinayetin değil; önyargıların, sınıfsal uçurumların ve adaletin kör noktalarının hikâyesine dönüşür.
Asılacak Kadın’da bir cinayet davası etrafında dönen hikâye, sadece bir suçun değil; kadının yaşam hakkının, toplumsal adaletin ve yargının işleyiş biçiminin de sorgulanmasıdır. Melek’in suçlu olup olmaması, romanın tek meselesi değildir. Asıl mesele, onu o noktaya getiren koşulların, toplumun ve sistemin ona biçtiği rolün sorgulanmasıdır.
Feminist edebiyat ve toplumsal gerçekçi geleneğin kesişimi
Pınar Kür bu romanıyla hem feminist edebiyatın hem de toplumsal gerçekçi geleneğin güçlü bir kesişimini kurdu. O dönemde kadın karakterlerin ya “masum” ya “kötü” olarak ikiye ayrıldığı edebiyat ortamında, Melek gibi çelişkili, yaralı, öfkeli ama gerçek bir karakter yaratmak cesur bir adımdı. Üstelik Kür, romanın dilinde de cesurdu; resmi üslubu, dedikodu tonunu ve karakterlerin gündelik dilini yan yana getirerek okuru rahatsız eden, ama hikâyeye çekip alan bir atmosfer kurdu.
Roman yayımlandığında, yalnızca edebiyat çevrelerinde değil, mahkeme salonlarında da yankı buldu. Müstehcenlik iddiasıyla yargılandı, kitap hakkında toplatma kararı verildi. Dava aylarca sürdü. Pınar Kür hem edebiyatını hem ifade özgürlüğünü savunarak bu süreci göğüsledi. Sonunda beraat etti, ama Asılacak Kadın’ın başına gelenler, Türkiye’de edebiyatın ne kadar kolayca sanık sandalyesine oturtulabileceğinin bir göstergesi olarak kaldı.
Bugün, Asılacak Kadın hâlâ güncel. Çünkü Melek’in hikâyesi, sadece 70’lerin Türkiye’sine ait değil. Kadına yönelik şiddetin, adalet sistemindeki çifte standardın, ekonomik ve toplumsal eşitsizliğin hâlâ değişmediği bir ülkede, Melek’ler hâlâ var. Pınar Kür’ün romanı, bu nedenle sadece bir edebi metin değil; toplumsal vicdanın sınav kağıdıdır.
Pınar Hanım, edebiyatımızın en özgün ve en cesur seslerinden biriydi. Asılacak Kadın ise bu cesaretin en berrak sayfalarından biri.
Bu kitap, sadece okunmak için değil, hatırlamak için de raflarda olmalı. Tıpkı diğer Pınar Kür eserleri gibi…
Asılacak Kadın / Pınar Kür / Can Yayınları / Roman /152 Sayfa
(Oksijen 02, 22.08.2025)



Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN