Post image
Mutluluk zorbalığı

Fotoğraflar: IMDb

 

Tuğçe Madayanti ŞEN

Bir sabah uyanıyorsunuz ve dünya “iyileşmiş”. Kimse bağırıp çağırmıyor, kimse ağlamıyor, kimse kıskanmıyor. Öfke, keder, tutku… hepsi silinmiş. Herkes aynı dingin gülümsemeyle dolaşıyor; aynı duygusal frekansa sabitlenmiş gibi. Toplum nihayet “huzura” ermiş görünüyor. Ama bir avuç insan bu değişime bağışık: hâlâ kızabiliyor, hâlâ incinebiliyor, hâlâ insan gibi acı çekebiliyorlar. Yeni düzenin gözünde bunlar “hasta”. Eski dünyanın gözünde ise geriye kalan son insanlar. Vince Gilligan’ın Breaking Bad ve Better Call Saul’den sonraki ilk büyük projesi Pluribus, işte bu kâbusu daha üçüncü bölümünde suratınıza okkalı bir tokat gibi indiriyor. Bu bir bilimkurgu dizisinden çok politik bir alegori. 2025’in algoritmik iyimserliğiyle, yapay zekâ destekli “iyi hissetme” endüstrisiyle, duygu yönetim teknolojileriyle dalga geçiyor gibi görünüyor ama aslında onların bir adım ötesine gidiyor: Ya herkes gerçekten mutlu olmaya zorlanırsa? Acı çekme hakkımız elimizden alınırsa ne kalır geriye? İzlerken içim sıkılıyor; çünkü sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Gilligan yine bildiğimiz Gilligan: izleyiciyi rahatsız etmekten hiç vazgeçmiyor. Mutlak mutluluğun olduğu bir dünya kuruyor ve bizi o dünyanın içinde yavaş yavaş boğuyor.

SOĞUKKANLI BİR İRONİYLE

Albuquerque hâlâ ana üs ama hikâye Kanarya Adaları’na, sıfırdan inşa edilmiş mahallelere, gerçek marketlere, otellere, uçaklara uzanıyor. Carol’ın yaşadığı sokak, evi, marketi tamamen set olarak yapılmış; hiçbir yeşil ekran hilesi yok. Bu çılgın prodüksiyon ölçeği diziyi sıradan bir “streaming işi” olmaktan çıkarıp sinema alanına taşıyor. Görüntü yönetmeni Marshall Adams’ın kadrajları, ışık kullanımı, soluk renk paletiyle toplumun duygu aralığının nasıl daraltıldığını adeta mimari bir kesinlikle anlatıyor. Dave Porter’ın müziği ise eski günlerden tanıdığımız o gerilim iğnesini tam damardan batırıyor. Senaryoda Gordon Smith ve Alison Tatlock, kurguda Skip Macdonald, prodüksiyon tasarımında Denise Pizzini… Breaking Bad’in çekirdek ekibi neredeyse tamamen burada. Bu işçilik, Pluribus’u Gilligan’ın gerçek anlamda bir “ustalık eseri” geçişi yapıyor.

Merkezde Rhea Seehorn’ın döktürdüğü Carol Sturka var. Soğukkanlı bir ironiyle, huysuzlukla, asosyal bir dürüstlükle oynuyor. Klasik “direniş kahramanı” değil; huysuz, kırıcı, asosyal… yani seyircinin refleks olarak sığınacağı bir figür değil. Gilligan’ın tercih ettiği bu mesafe, dizinin politik gücünü artırıyor. Çünkü yeni düzen Carol’ı yok etmiyor, aksine ona hizmet ediyor: evini temizliyor, yemek bırakıyor, ihtiyaçlarını tamamlıyor. Bu antropolojik bakış, dizinin en güçlü damarlarından biri.

GELECEK BÖLÜMLERE DAİR BEKLENTİ

Pluribus, Thomas More’un Ütopya’sından Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sına, oradan da günümüzün sosyal medya “pozitiflik zorbalığı” ve algoritmik gözetimine uzanan karanlık çizgide ilerliyor. Temel sorular, “Toplumsal huzur uğruna birey ne kadar feda edilebilir?” ve “Mutlak mutluluk, demokrasiyi neye dönüştürür?” Yönetmen Gilligan, dördüncü bölümle bu soruların cevabının yumuşak olmayacağını iyice hissettirdi. Ve bu son bölümüyle, hikâyenin kurulumu gene bitmedi. Gilligan’ın ustalığı, bize bir “son” değil, kimsenin tam anlamıyla mutlu olmayacağı bir “sonuç” vaat etmesinde yatıyor sanırım. Ancak şu ana kadar gördüğümüz sistemin iki çelişkili hedefi var: İnsanları mutlu etme zorunluluğu ve yüzde 100 uyum sağlama güdüsü. Carol’ın varlığı, izole edilse bile, sistemi tatmin etmeyen bir anomali ve potansiyel tehdit olarak kalıyor. Carol, son bölümle resmen geri dönüşü olmayan nokta eşiğini geçti. Artık sadece nereye varacağını izleyeceğiz: Sistemi tek başına mı yıkacak, yoksa Zosia gibi “içeriden reform” isteyen olası müttefikler mi bulacak? 5. bölüm ve sonrası için neler olabilir diye düşününce; Paraguay bağlantısının boşuna olmadığını biliyoruz. Hikâye nereye evrilirse evrilsin, bana kalırsa Gilligan’ın vereceği cevap, mutlak huzur da mutlak acı da insanlık için sürdürülemez, olacaktır. Yani gerçek distopya ise ikisinden birini seçmek zorunda bırakılmak. Bu derin çatışma, Pluribus’u şu anda ekranda olan en cesur ve en önemli iş haline getiriyor. Gelecek bölümler için sizin aklınızda en çok dönen senaryo hangisi? Carol’ın sistemi yıkmasını mı istiyorsunuz, yoksa “kazanılacak bir şey yok” fikrine mi daha yakınsınız?

(Birgün, 22.11.2025)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN