Post image
Acilen terapiye gitmelisin Türkiye

 

Sokakta bitmek bilmeyen kavgalar, artan intiharlar, yükselen şiddet, öfke cinayetleri, yaygınlaşan uyuşturucu ve alkol kullanımı… “Mutsuz Türkiye” günde ortalama 4 milyon 420 bin doz antidepresan tüketiyor; bu artış 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü öncesi TBMM’de de dile getirildi. Toplumun haletiruhiyesini daha iyi okuyabilmek için uzmanlara aklımızdakileri sorduk.

Mersin, Adıyaman ve Adana’da görev yapan üç genç hekim aynı gün içinde yaşamına son verdi. İstanbul Cihangir’de yaşayan 64 yaşındaki bir erkek, 59 yaşındaki kız kardeşini boğazından 20 kez bıçaklayarak öldürdükten sonra kendini pencereden attı. Çocuklar Duymasın ve Sihirli Annem gibi dizilerde aldığı rollerle tanınan 44 yaşındaki oyuncu Seda Fettahoğlu’nun bir parkta ölü bulunmasının ardından sanatçıların psikolojik ve ekonomik olarak içinde bulundukları zor durumla ilgili tartışmalar başladı. Bunlar son bir haftada ülkede yaşananların sadece bir kısmı…

Ve intiharlar, cinayetler, aile içi katliamlar her gün sürüyor…

Ülkenin ruh halini anlamak için dört uzmana sorduk: Bize neler oluyor? Yoksa depresyon bizi ele mi geçirdi

Türkiye’de derinleşen ruh sağlığı problemini konuştuğumuz Psikiyatr Dr. Agâh Aydın, Akademisyen Bülent Somay, Sosyolog Dr. Deniz Bağrıaçık ve Psikiyatr Dr. Cem Mumcu çözümleri anlattı…

PSİKİYATR DR. AGAH AYDIN

 

 

“PSİKOLOJİK DEĞİL SOSYOEKONOMİK DİR FELAKETİN İÇİNDEYİZ”

Toplumda yükselen şiddet, intiharlar, öfke cinayetleri, artan antidepresan, uyuşturucu ve alkol kullanımı… Türkiye ruhsal sorunları derinleşen bir toplum mu oluyor?

Öncelikle, ruhsal hastalıklar ile işsiz kaldığı, kirasını ödeyemediği evinden atıldığı için kaygı duyan, çaresizlik ve tükenme duygusu yaşayan insanların ruh halini birbirinden ayırmamız gerekir. Sosyoekonomik bir felaketle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini psikolojize edemeyiz. Bir hastalık olarak depresyon ile ev kirası maaşından daha fazla olduğu için mutsuz ve umutsuz hisseden kişilerin ruh halini birbirinden ayırt etmek gerekir. Çünkü birincisi sağlık hizmetlerinin, ikincisi çalışma koşullarının iyileştirilmesini gerektirir. Sosyoekonomik bir krizin içinde çırpınan insanların ruh sağlığını psikiyatrist ve psikologlardan medet umarak değil sosyoekonomik durumlarını iyileştirerek, sosyal destek sistemlerini harekete geçirerek azaltabilirsiniz.

RUH SAĞLIĞI HİZMETİ ÜCRETSİZ OLMASI GEREKEN DİR HAKTIR

Yakın zamanda büyük bir salgın, ekonomik kriz ve hemen hemen bu ülkede yaşayan her insanı etkileyen bir deprem yaşadık. Yaklaşık 20 yıldır süren, her geçen gün şiddetini artıran bir göç dalgasıyla karşı karşıyayız. Karşılayabileceğimizden ya da başa çıkabileceğimizden büyük sorunlar ruhsal dengemizi bozar. Kaos dönemleri adalet sisteminin işlememesi, düzenin bozulması, umutsuzluk ve çaresizlik, şiddeti bir sorun çözme biçimi olarak gören insanların sayısının artmasına neden oluyor. Şiddet olaylarının, alkol ve madde kullanımının nedeninin bireysel nedenlerden ziyade, sosyoekonomik nedenler olduğunu düşünüyorum. Bir toplumda şiddet artıyorsa bireylerin hasta olup olmadığına değil, ekonomik ve sosyal yaşama bakmak gerekir. Tüm bunlara karşın devlet, toplum, tek tek hepimiz üstümüze düşeni yaparsak şiddet olaylarının azalacağına inanıyorum. Ruh sağlığı hizmetleri eğitim ve diğer sağlık hizmetleri gibi devletin sorumluluğunda olması gereken, sağlık sigortalarının kapsamında olması gereken bir haktır. Ruh sağlığı hizmetleri, eğitim ve genel sağlık hizmetleri gibi devlet güvencesi altında ve genel sağlık sigortası kapsamında olmalıdır.

AKADEMİSYEN VE YAZAR BÜLENT SOMAY

 

 

“BİR UÇTA UMUTSUZLAR DİĞER UÇTA LİYAKATSİZLİKTEN FAYDA UMANLAR VAR”

Hızla derinleşen ahlaki ve psikolojik bir çöküşün ortasında gibiyiz. Biz ne yaşıyoruz?

Uzun süredir ‘bölünme’ lafı çok tekrarlanıyor. Bölünmenin feriştahı 2016’yı izleyen yedi yıl boyunca adım adım gerçekleşti. Yarılma politik ve toplumsal olmanın ötesine geçti; önce kültürel alanı işgal etti, son birkaç yılda da bireysel ve psikolojik alanı kapsamaya başladı. Artık barışması çok zor ‘iki halk’ var Türkiye’de. Özellikle gençlik içinde, moda tabirle ‘Z Kuşağı’ içinde iki uçta iki büyük azınlık var. Bir de ortada kalan, ama hızla iki yöne doğru ayrışmakta olan bir çoğunluk. Bunların temel özellikleri şöyle:

1) Gelecekten umudunu kesmiş, liyakat ve adaletin artık olamayacağına inanan, ‘başarılı olma’, para kazanma, kendileri ve çocukları için bir gelecek oluşturmanın imkansızlığına inanmış, kendini mağdur, ‘kaybeden’ olarak gören bir kesim. Bu kesim içinde karamsarlık ve depresyon eğilimi artıyor; bir kısmı intihara, bazen de -paraları çıkışırsa, uyuşturucuya yöneliyor.

2) Gelecek diye bir derdi hiç olmayan, liyakatin ve adaletin yok oluşundan fayda uman, ‘Biz hiçbir şey yapmasak bile başarılı ve zengin oluruz, yeter ki biat edelim!’ diye düşünen bir kesim. Ancak bunların hepsi de başarılı, zengin olamıyor. Çünkü pasta o kadar büyük değil artık… O yüzden önce hayal kırıklığı yaşıyorlar, sonra da bu, öfkeye ve şiddete dönüşüyor. Uyuşturucu kullanımı, genç yaşta çeteleşme, kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz olayları ve bu kesimin içinde zaten var olan psikopati/sosyopati eğilimleri hızla artıyor.

Ortada kalanların ise geçmişlerine, aile yapılarına ve var olan psişik kuruluşlarına bağlı olarak bu iki uçtan birine yönelmesi kaçınılmaz.

ÇÖKÜŞÜ DURDURMAK HAYAL GİDİ GÖRÜNÜYOR

Çöküşü yavaşlatmak için geniş kapsamlı, esas olarak başını kadınların çekeceği bir toplumsal mutabakata ihtiyaç var. Demokrasi, özgürlük, adalet temelli, liyakati önemseyen, farklılıkları baştan kabul eden, ama bunu travmatik yarılmalar ve kamplaşmalara dönüştürmeyen bir mutabakata…

SOSYOLOG DR. DENİZ BAĞRIAÇIK

 

 

‘TOPLUMSAL BAĞLARIN ZAYIFLAMASI AĞIR DEPRESYONU TETİKLİYOR”

Artan intihar vakalarını sosyolojik olarak nasıl okumalıyız?

Türkiye özelinde son 20 yılda hem siyasi hem de sosyoekonomik açıdan önemli bir değişim yaşandı. Toplumda memnuniyetsizlik yaratacak iki temel durum ile karşılaştık: Bunların ilki, toplumun içerisinde büyük yeri olan doktor, hukukçu, öğretmen, akademisyen, asker ve sanatçıların da bulunduğu meslek gruplarının işlevlerini yitirerek büyük bir hüsran yaşamalarıydı. İkincisi ise, toplumsal norm ve adalet kavramlarında bir yıpranmanın olmasıydı. Özellikle son üç yılda önce pandemi, ardından Ukrayna-Rusya savaşı, 6 Şubat depremi ve seçim süreci toplumun üzerinde var olan ekonomik ve toplumsal açmazı daha da pekiştirdi. Kutuplaştırmaları perçinledi. Bunlarla birlikte, Türkiye’de yurt dışına gidemeyenler için hayatın mahvolabileceği algısı yaratıldı. Gençler ise daha kırılgan bir umuda sahip oldukları için, sert enflasyon, gelir adaletsizliği ve toplumsal bağların zayıflaması ile ağır depresyonlara girmeye başladılar. Eğitim hayatlarını kesintiye uğratan ciddi bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kalmakla birlikte, sosyal ağlar üzerindeki tezat hayatlar, siyasi iktidarın da ekonomik plansızlığı ile birleşince maalesef gençler arasında intihar oranlarının artışına tanık olduk. Haberlerde gördüğümüz öfke patlamaları ise çaresizlik, ilk benliğe geri dönüş. Şiddet artık daha yaygın bir diyalog biçimi çünkü insanlar gittikçe görünmez hissediyor. Özellikle de sosyal ağlarda şiddet destekleniyor, körükleniyor kısacık bir süre de olsa, dikkat çekebiliyorsunuz, kimi zaman ölerek kimi zaman öldürerek, vurarak kırarak.

UMUTSUZLUĞUN REHAVET SARMALINDAN ÇIKMALIYIZ

‘Dayanıklılık’ ilkesi temelli toplumsal bir bilinç gerekiyor. İnsanlık tarihi savaşlar, acılar, göçler tarihi ama aynı zamanda da buluşlar, uygarlıklar ve barışların da tarihi. İnsanlar uzun vadede daima daha adaletli ve iyi olanı seçiyor. Sosyal medyada tekrarlanan ‘umutsuz algoritma’ söylemleri dışında, varoluşsal bir perspektiften yeniden toplumsal bir inşanın gücünden bakmanın iyileştirici olduğunu düşünüyorum. Özellikle cumhuriyetin yüzüncü yılında, tarihte eşi benzeri az görülecek en büyük zaferlerden birinin milli tarihine ortak bir toplumun dördüncü hatta beşinci kuşak çocuklarıyız. Bu umutsuzluğun yarattığı rehavet sarmalından derhal çıkmalıyız.

PSİKİYATR DR. CEM MUMCU

 

 

BÖYLE GİDERSE DAHA KÖTÜ GÜNLER BİZİ BEKLİYOR

Ruh Sağlığı Yasası üzerinde çalışılıyor. Çıkması istenen yasanın temel amacı ruhsal zorluk yasayan kişilerin kurumsal hizmetlere erişimini kolaylaştırmak. Psikiyatrik tedaviye ulaşmanın kolaylaşması toplumsal ruh sağlığını iyileştirir mi?

Sorun sadece psikolojik olsaydı buna evet diyebilirdim. Ama maalesef hayır. Sosyal ve biyolojik sorunlar devam ederken bu mümkün değil. Meselelere bakarken sıklıkla sonuçlara bakmaya eğilimliyizdir. Oysa semptom bir imdat çığlığıdır çoğu zaman. Bakmamız gereken yer sonuç kadar nedenler ve o nedenleri oluşturan dinamikler olmalıdır. İnsan biyopsikososyal bir canlıdır. Bunlardan birini bile görmezden gelerek insanı anlayamayız. Son zamanlarda artan ve derinleşen ruhsal sorunlara bakarken sosyal ve biyolojik tarafları görmezden gelmemeliyiz.

Barınma, güvenlik ve yemek sorunu olan birine bütün bunları görmezden gelerek ücretsiz psikolojik danışmanlık hizmeti verseniz ne olur? Bir bireyin sırtına içinde yaşadığı toplumsal yükün tamamını taşıma sorumluluğu vermek değildir ki psikoterapi. Canı yanan, çığlık atan, yardım isteyen, kendinde bir sorun olduğunu düşünenler terapi odalarına gelirler. Ailelerin çoğunlukla sadece semptom gösteren bireyleri yardım isterler. Aile genellikle kendine bakmaz; sorunu o kişi üzerinden tarif eder. Türkiye de böyle. Ve kendine bakmaya, kendinde sorun görmeye, yüzleşmeye, çözüm bulmaya dönük bir odağı olduğunu sanmıyorum. Acıyla her gün kendime de söylüyorum ki böyle devam etmesi durumunda daha kötü günler bizi bekliyor. En temel insani gereksinimlere dair sorunlarımız var. Barınmaya, geleceğe, güvenliğe, adalete dair… Dahası bunlarla ilgili korkumuzu, üzüntümüzü, öfkemizi dile getiremezsek duygular kendilerine sağlıklı olmayan çıkış yolları bulurlar. Nesnesine yönelemeyen öfke kendini vurur. “Bu beni öfkelendiriyor, korkutuyor” gibi bir duygu ifadesini kullanamadığımızda öfkemiz şiddete döner. Bu şiddet kimi zaman kendimize kimi zaman ilgisiz başka bir nesneye yönelir.

ÜZERİNİ ÖRTTÜĞÜMÜZ HER ŞEYİN ALTINDA KALIRIZ

Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız. Elimde öneri olarak sihirli bir anahtarım yok. Dahası her birey koca bir evrendir; genellemekten uzak dururum. Belki kısık bir sesle de olsa şunu söyleyebilirim: Duygularınızı ve düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz sahici ve anlamlı ilişkiler içinde olmaya gayret edin. Hem kendi iç sesinizi hem de diğerlerini duymaya ve anlatmaya çalışın.

(Oksijen, 06.10.2023)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN