İlker GEZİCİ
Polisiye edebiyatın mimarı Agatha Christie ile ilgili yakın zamanda bir haber düştü önüme. Christie’nin yıllarca konakladığı, romanlarına ilham verdiği Bağdat’taki evi yıkılıyor diye…
Oradan ilhamla Christie’ye bir parantez açmak istedim. Malum, O, sadece bir polisiye yazarı değildi. Gerilimin, insan psikolojisinin ve şaşırtıcı kurguların ustasıydı. Romanları, sahnede ya da beyaz perdede defalarca hayat buldu. Kitapları dünya çapında 2 milyardan fazla sattı. Bu rakam, Shakespeare ve İncil dışında herhangi bir yazarın ulaşamadığı bir başarı.
Yani o yalnızca polisiye türünün değil, tüm edebiyat tarihinin en çok okunan kalemlerinden biri… Hem de 20. yüzyılın başında, erkek egemen bir türde, dünya çapında ün kazanmayı başaran bir kadın olarak…
Ancak onun kalemi, sadece masa başında değil; yolculuklarda, otellerde, kazılarda ve şehirlerin kıyılarında şekillenir.
Christie, 1890’da İngiltere’nin Devon kentinde dünyaya geldi. Sessiz bir çocukluk, evde alınan eğitim ve kitaplarla örülü bir gençlik… Hemşirelik yaptığı I. Dünya Savaşı yıllarında kimyasal maddeleri, özellikle zehirleri öğrenme fırsatı buldu, bu bilgiyi romanlarında sıkça kullandı.
İngiltere dışında Fransa’da, Bağdat’ta Kahire’de, Rodos’ta ve İstanbul’da uzun süreler geçirdi. 1920’li yılların başında Agatha Christie, eşi Archibald ile birlikte Doğu Ekspresi’yle İstanbul’a geldi. Pera Palas Oteli’nde kaldı. Bugün 411 numaralı oda hâlâ onun adıyla anılıyor. 1930’larda Christie, arkeolog olan ikinci eşi Max Mallowan’la birlikte Mezopotamya’ya doğru yola çıktı. Irak’ta, özellikle Ur, Nimrud ve Nippur gibi kazı alanlarında bulundu. Bağdat’ta 13 sene boyunca konakladığı ev, o yılların tanığıydı.
Ölüm Nil’de, Cinayetler Oteli, Mezopotamya’da Cinayet gibi eserler bu coğrafyanın tozlu havasında doğdu. Onun için eski uygarlıklar yalnızca geçmişin değil, romanın da katmanlarıydı. Christie’nin yaşamı, yalnızca romanlarının kahramanları Hercule Poirot ve Miss Marple’ın zekâsıyla değil; hayatı boyunca farklı kültürlere duyduğu merakla da şekillendi. İstanbul, Bağdat, Kahire… Onun gözünden geçmiş, satırlarına sinmiş şehirler.
Bağdat’ta yıkılmak üzere olan ev, sadece bir bina değil; belki de Cinayetler Otelinin ya da Mezopotamya’da Cinayetin arka planı. Onun izini sürebilmek için yalnızca kitaplarına değil, yaşadığı şehirlere de kulak vermeli. Belki o ev kurtarılmaz. Ama biz, O’nu sadece bir cinayet kurgucusu olarak değil, zamanlar ve coğrafyalar arasında dolaşan bir anlatıcı olarak hatırlamaya devam edersek, o evin gölgesi sonsuza dek bizimle kalır.
(Sabah Kitap, 19.09.2025)


Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN