Post image
Altı Mayıs Bindokuzyüzyetmişki

 

Fikret İLKİZ 

Bugün 6 Mayıs 2019… Bugün ne olursa, yarın tarihtir.

Belki bu tarihi de anımsarsınız gelecekte!

Bugünü unutulmayacak yapacak olan geçmiş tarihimizdir.

Geçmişteki olaylar tarihte yerini nasıl almışsa; ona atfedilen değerdir tarih olan.

Kader değildir olup bitenler; gerçeğin geçmişte yaşanmış halinin tarihidir.

Tarihler unutulabilir, 6 Mayıs 1972 tarihi unutulmadı.

16.7.1971 tarihinde başlamış ve 2 ay 23 gün içinde karara bağlanmış olan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No.lu Askeri Mahkemesinin 9.10.1971 tarih 1971/13 esas, 1971/23 Karar sayılı hükmü ile TCK’nin 146/1 maddesi uyarınca ölüm cezasına mahkûm edilmiş olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezaları; Askeri Yargıtay 2. Dairesinin 10.01.1972 tarih ve 1971/457-1972/1 Esas, 1972/1 Karar sayılı ilamı ile kesinleşmiştir. Askeri Yargıtay Başsavcılığının 3.2.1972 tarih ve 1972/187-98 sayılı kararı ile tashihi karar talebi reddedilmiştir.

O tarihlerde ölüm cezasının yerine getirilmesi (önce Meclis ve sonra Cumhuriyet Senatosu) Türkiye Büyük Millet Meclisinin birleşik toplantısında kabul edilmesi gereken kanunla mümkündü. TBMM ölüm cezasına dair kanunu kabul etmeyebilirdi.

Önce 17.03.1972 kabul tarihli 1576 sayılı ölüm cezalarının infazı hakkındaki kanun çıkarıldı (RG: 25.3.1972- 14139). CHP tarafından iptali istemiyle açılan davada Anayasa Mahkemesi kanunun sadece “usulden” iptaline karar verdi (AYM 1972/13-18. Tarih 6.4.1972)

İptal kararından sonra aynı kanun Millet Meclisi (24.4.1972), Cumhuriyet Senatosu (2.5.1972) görüşülerek kabul edilmiş olan 2.5.1972 kabul tarihli 1586 sayılı “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın Ölüm Cezalarının Yerine Getirilmesine Dair Kanun” 5 Mayıs 1972 tarih ve 14178 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

6 Mayıs 1972 tarihi Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın öldürülme tarihidir.

Unutulmayanlar tarih yazmışlardır.

6 Mayıs 1972 tarihini “unutulmayan tarih” yapanlar, öldürülemediler…

Yarım yüzyıla yakın zaman geçti.

Bu acı günü unutmayanlar Av. Halit Çelenk’i hiç unutmazlar. Avukat Halit Çelenk yaşamı ve savunmanın gücüne olan inancıyla bizim yaşayan tarihimizdir.

Avukat Halit Çelenk’in “Umut Hangi Dağın Ardında” kitabında yayımlanmış olan aşağıdaki yazısı bir başka tarihsel tespittir…

“Olağanüstü dönemlerin özelliği hukuksuzluktur.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları davasında uygulanan TCY’nin 146/1. maddesinin yasal öğeleri ve özellikle “anayasal düzeni” ortadan kaldırma amacı, elverişli vasıta koşulu ve suçu işlemeye kalkışma gerçekleşmemiştir. Ölüm cezası ile cezalandırılan gençlerin de içinde bulunduğu devrimci gençlik, o günün koşullarında 1961 Anayasası’nı savunmuşlar, bu anayasanın her alanda uygulanması için çaba göstermişlerdir. Bu anayasa, devrimci gençlik dışında ilerici, demokrat, sosyal demokrat, sosyalist kişi ve kuruluşlar tarafından da savunulmuştur. Deniz Gezmiş ve arkadaşları hakkında ölüm cezası veren Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nin kararında ise, anayasayı savunan ve uygulanmasını isteyen bu gençler anayasayı ortadan kaldırmak istemekle suçlanmışlardır. Böyle bir saptama ve uygulama, ölüm cezasına mahkûm edilen gençlerin amaçlarına ve düşüncelerine ters düşmektedir.

Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya kalkışma suçunun işlenebilmesi için girişimcilerin ellerindeki araçların yani silahların böyle bir amaca elverişli olması gerekir. Bu koşul oluşmadıkça böyle bir girişimi hukuk açısından suç saymak olanaksızdır. Makineli tabancalarla kimi eylemlere giren 20-25 kişinin, Türk Silahlı Kuvvetleri, jandarma ve kolluk güçleri tarafından korunan anayasal düzeni ortadan kaldırabileceklerine inanmak, eylemlerde bunun “icra hareketleri”ni görmek, hukukun kabul edemeyeceği bir değerlendirmedir.

Bunun dışında, yargılanan bu gençler, eylemlerini hiçbir şey gizlemeden, saklamadan açıkça anlatmışlar ve amaçlarını da ortaya koymuşlardır.

O günkü siyasal ve toplumsal koşulların ve gelişmelerin her yurtsever insanda tepkiler yaratacak nitelikte olduğu da açıktır. Yüksek mahkemelerin hakimleri, üniversite öğretim üyeleri ve barolar, iktidarın tutum ve davranışlarını protesto etmek amacıyla yürüyüşler düzenlemişlerdi. Gençliğin de yönetime karşı tepki duyması ve bunu göstermesi doğal bir durumdu. Yargılama ve cezanın saptanmasında bütün bunların göz önüne alınması ve en azından cezanın hafifletilmesi yoluna gidilmesi gerekirken mahkeme bu görevden kaçınmış, kendisine ait olanı bu görevi, bu takdir hakkını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne terk etmiştir. Mahkeme kararında yer alan:

“Sanıkların ve müdafilerinin bugünkü ortama gelinmesinin, olayların gerçek müsebbiplerinin politik iktidar ve emrindeki militanlar oldukları, bunlara karşı çıkanların, meşru müdafaa halinde bulundukları yolundaki beyanları ve hadisede, TCK’ nin 51. maddesinin tatbikini talep eder istikametteki savunmaları, haksız tahrik müessesesindeki hukuki unsurlardan mahrum bulunduğundan, hukuki yönleri itibarıyla kabule şayan görülmemiş bu detaylı eleştiri ve iddialar karşısında mahkememiz, kişisel görüşlerini mahfuz tutmuş, müessese olarak bunlar üzerinde hüküm vermeyi, kamu vicdanına, tarihe ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin takdir ve yetkisine bırakmayı uygun görmüştür. TCK’nin 59. maddesinin tatbikine dair talepler, sanıkların mahkemedeki tutum ve davranışları itibarıyla kabule şayan görülememiştir.”

Sözleri bir yargı organının kendisine ait olan bir görevi başka bir organa, siyasal bir organa terk etmesi, yargı görevini yapmaktan kaçınmasıdır ki böyle bir tutum adalet tarihimizde görülmemiştir. (!)

Bu, yürürlükteki yasalara ve hukuka aykırı uygulama, Askeri Yargıtay aşamasında karara karşı çıkan hâkim Tümgeneral Kemal Gökçen ve hâkim Albay Nahit Saçlıoğlu’nun karşı oy yazılarında açıklanmıştır.

Bu adli hata, adalet tarihimizde daima ibretle anımsanacaktır. Mahkemenin, kendi görevini Meclis’ e terk etmesi de kararı oluştururken politikanın doğrultusuna girdiğini göstermektedir.

Türk Ceza Yasası’nın 146/1. maddesinin açıklanan yanlış uygulaması, 12 Eylül döneminde de sürdürülmüş, verilen birçok ölüm cezası infaz edilmiştir.

Sözlerimizi değerli hukuk bilgini Prof. Faruk Erem’in şu değerlendirmesiyle bitirmek istiyoruz:

“Oranı ne olursa olsun yabancı unsur ile derhal bozulan biricik kavram adalettir. %90 altın, %10 bakır karışımında yine %90 altın mevcuttur. Ama %1 dahi olsa yabancı unsurun karıştığı şey adalet değildir.” (Çağdaş Yayınları, sayfa 25-2, Aralık 1995)

Ödünç alınan bir cümle ile bitirmeli; “olağanüstü dönemlerin özelliği hukuksuzluktur”.

Haksız, insafsız, adaletsiz, vicdansız, hukuksuz ve acılarla geçen bizlerin yaşamıdır.

Tarih hatırlatır; unutmadık…

6 Mayıs 1972 sabaha karşı…

6 Mayıs 2019

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN