Post image
Amelie severlerin izlemesi gereken 6 film

 

Nilgün TAYLAN

Dünya sinema tarihinde birbirinden değerli yüzlerce romantik komedi filmi vardır. Bunların bir kısmının komedisi bol, eğlencesi yüksek olsa da diğer bir kısmı daha sakin ve derin sorularla çevrilidir. Evet, iyi bir komedi filminin dibini biraz eşelediğinizde altında biraz dram biraz acı bulursunuz. Tıpkı hayat gibi, bu iki büyük duygu iç içedir yani.

Bu sayımızda Amelie Poulain’ı işlediğimiz için sizlere Amelie’ye benzeyen birkaç film önermek istedik. Bunları da hayatın kaba gerçeklerine karşı kendi gerçekliğini yaratan filmler arasından seçtik. İlk filmimiz, dünya komedi sinemasının dehası olan Charlie Chaplin’e ait olan City Lights filmi.

 

 

City Lights (1931)

1931 yılında gösterime giren City Lights, sadece Chaplin’in değil, sessiz sinema döneminin de en başarılı filmlerinden biri olarak kabul edilir. Chaplin’in unutulmaz karekteri The Tramp (Serseri), bir gün kör bir çiçekçi kızla tanışır ve ondan çok etkilenir. Kız da onu zengin biri sanır. (Chaplin bu konu üzerine çok kafa yorar. Sessiz bir filmde, kör bir kız, bir serseriyi nasıl zengin sanır diye. Sonunda şöyle bir çözüm bulur: The Tramp bir polisten çekindiği için yanı başında duran bir arabanın bir kapısından girip diğerinden çıkar. Kız ise kapı sesini duyup onun zengin olduğunu düşünür.) Daha sonra The Tramp, sarhoşken intihar etmek üzere olan zengin bir adamın hayatını kurtarır. Adam da ona dostluk gösterir, ancak bir sorun vardır. Adam sabah olunca onu tanımaz. The Tramp, kör kıza yardım etmek için türlü işlere girip çıkar ve en sonunda zengin adamdan aldığı parayı kıza verir. Kız ameliyat olup gözlerini açtırır, The Tramp ise hapse girer. Ancak film bu şekilde sona ermez.

Bu konuyu bir yerden hatırlıyorsunuz, değil mi? Evet, City Lights, 1983 yılında En Büyük Şaban ismiyle Türk sinemasına uyarlanmıştır.

 

 

What Women Want (2000)

2000 yılında gösterime giren, başrollerinde Mel Gibson ve Helen Hunt’ın olduğu What Women Want da, Hicth gibi, kadınlar ve ilişkileri çok iyi bilen bir adamın, Nick Marshall’ın serüvenini anlatır. Ancak Nick bu yeteneğe bir kaza sonrasında kavuşur ve kadınların iç seslerini duymaya başlar. Bu ilk başlarda bir lanet gibidir çünkü Nick, kendisini takdir eden kadınların bile içten içe ondan nefret ettiklerini fark eder. Başarılı bir reklamcı olan Nick, nicedir beklediği terfiyi, rakibi olan bir kadına kaptırınca, bu yeteneğini başta işiyle ilgili, sonra çocukları ve yeni yeşeren aşkıyla ilgili kullanmaya başlar. Ancak en değerli yetenekler bile onu kullanmayı bilmeyen ellerde büyük felaketler yaratabilir.

Şunu söylemeden de geçmeyelim: What Woman Want, 2019 yılında What Men Want şeklinde yeniden çekildi. Evet, bu kez erkeklerin iç sesini duyan bir kadının serüvenini işledi.

 

 

Hitch (2005)

2005 yılında gösterime giren, başrollerinde Will Smith, Eva Mendes ve Kevin James’in oynadığı bir diğer filmse Hitch’tir. Hitch, kadınları ve ilişkileri çok iyi bilen, bu konuda gayriresmî bir danışmanlık hizmeti veren profesyonel bir çapkındır. Bir gün Albert adındaki bir danışanı, onun için imkânsız derecedeki bir kadını kendine âşık etmek için yardım ister. Hicth bu zorlu maç için Albert’i hazırlarken, ülkenin ünlü dedikodu yazarlarından biri olan Sara ile tanışır. Ancak bildiği taktikler Sara’nın üzerinde işe yaramaz. Üstelik Albert’le onun imkânsız aşkı olan Allegra’nın ilişkisi de, Hicth’in verdiği taktikler üzerinden değil, Albert’in işi batırdığı ve doğal olduğu anlar üzerinden yükselir.

Diğer bir deyişle bu film bize şu cümleyi kurar: İlişkiler üzerine kim ne biliyorsa yanlış biliyor…

 

 

Click (2006)

2006 yılında gösterime giren, başrollerini Adam Sandler, Kate Beckinsale Christopher Walken’ın oynadığı Click, tıpkı About Time gibi zamanı merkezine alan bir filmdir. İşinden başını kaldıramayan, bu yüzden eşine ve çocuklarına yeteri kadar vakit ayıramayan Michael Newman, bir gün gizemli bir kumandaya sahip olur bu kumandanın zamanı yönlendirebildiğini keşfeder. Böylece, istediği anı durdur; istediği anı sessize alan Michael bir gün çok bunalır ve uzun zamandır uğraştığı terfiyi kazandığı güne atlar. Bu, aradan bir yıl geçmesine karşılık gelir. Michael bunun tehlikesini ilk anda anlayamaz ve daha büyük zaman atlamaları yaşamaya başlar. Nihayetinde arzuladığı mutlak mutluluk bir anda kâbusa döner.

Peki, mutluluk sadece gülümsediğimiz anlardan mı ibarettir? İnsanın hayatın zorluklarıyla mücadele etmesi, sevdikleri için fedakârlıklar yapması da mutluluğu için midir?

 

 

Lars and the Real Girl (2007)

2007 yılında gösterime giren, başrollerini Ryan Gosling, Emily Mortimer ve Paul Schneider’in paylaştığı Lars and the Real Girl, eşine az rastlanan bir film. Annesinin ölümünün ardından babalarından doğru Jdüzgün sevgi görmeden büyüyen Lars ve Gus, yıllar sonra yeniden bir araya gelirler. Gus evlenip ailesini kurmuştur, ama Lars içine kapanık, iletişim problemleri yaşayan biri olduğu için yalnızdır. Bir gün Lars, Gus’la onun eşi Karin a, internetten tanıştığı bir kızı akşam yemeğine getirmek istediğini söyler. Onlar da hem sevinir hem endişelenirler, gerçek ise bambaşkadır. Lars’ın internetten tanıştığı kız, yetişkin ürünleri satan bir siteden satın aldığı “şişme kadın”dır. İsmi de Bianca’dır. Bunun üzerine Gus ve Karin, Lars’ı psikologa götürürler. Psikolog da Lars’ı daha iyi anlayabilmek için onlardan Bianca’ya normal bir kadın gibi davranmalarını ister. Daha sonra bu oyuna bütün kasabalı katılır ve film bambaşka bir yere evrilir.

Ne enteresandır ki, Türk sinemasında buna buna benzer iki film vardır. İlki 1995’te çekilen, İlyas Salman’ın oynadığı Naylon Karı, ikincisi 2001’de çekilen, Ekrem Erkek’in oynadığı O Benim Karımdı filmi. İki film de Mehmet Ezici’den çıkmadır ve ne yazık ki iki film de neredeyse kayıp durumdadır.

 

 

About Time (2013)

2013 yılında gösterime giren bir başka başucu filmi de About Time’dir. Başrollerinde Domhnall Gleeson ve Rachel McAdams oynamaktadır. Tim Lake, ailesiyle yaşayan sıradan bir gençtir. Tim’in 21. yaş gününde babası ona akılalmaz bir yetenekten bahseder. Lake ailesinin erkekleri zamanda geriye gitme gücüne sahiptirler. Babası, Tim’e bunu kötü amaçlar için kullanmaması gerektiğini tembihler. O da gücünü gerçek aşkı bulmak için kullanır. Böylece biz, Tim’in Mary ile olan ilişkisine odaklanırız. Tim, Mary’yi “tavlamak” için elinden geleni yapar; sürekli geriye gider ve muhteşem bir zamanlamaya sahip harika bir erkek imajı çizer. Ne var ki sevdiği insanlar için yaptığı her geriye dönüş yolculuğu, hayatındaki başka bir şeyden mahrum kalmasına yol açar. Zira hayat mutlak neden sonuçlar üzerinden ilerler. Tuğlanın birini çektiğinizde bütün duvarın yıkılma ihtimali vardır. Tim de işte bu sorularla mücadele etmeye başlar.

Peki, sahip olduğu bu güç gerçekten bir yetenek midir yoksa bir lanet midir? Hangi mutluluk, diğer mutluluktan daha değerlidir?

(Kafka Okur, 01.11.2023)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN