Tekin UÇAR
Antik Mısır uygarlığı, yalnızca piramitlerin devasalığıyla ya da hiyerogliflerin gizemiyle değil, aynı zamanda zaman, beden, tanrılar ve devlet arasındaki ilişkileri biçimlendiren sanatı ve mimarisiyle de insanlık tarihine damgasını vurmuştur. Türkçeye Antik Mısır Sanatı ve Mimarisi ismiyle kazandırılan, Christina Riggs’in Ancient Egyptian Art and Architecture: A Very Short Introduction adlı eseri, yalnızca estetik bir tarih anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bu sanatın arkasında yatan düşünsel sistematiği, ideolojiyi ve kolektif hafızayı da ortaya koyuyor.
Riggs, kitabın başından itibaren okuyucuyu klişelerden arındırılmış bir Antik Mısır anlatısına davet ediyor. ‘Sanat’ın bu uygarlıkta ne anlama geldiğini sorgularken, modern sanat tarihinin ölçütleriyle değil, Mısırlıların kendi üretim ve anlamlandırma biçimleriyle düşünmemiz gerektiğini öne sürüyor. Ona göre Mısır sanatı, yalnızca güzellik ve temsil amacı gütmez; inşa edilen her mekân, çizilen her figür, kazınan her hiyeroglif, ‘yaşatmak’ ve ‘devletleştirmek’ için vardır. Bu bağlamda, sanat ve mimarlık Mısır’da bir ontoloji biçimidir: yaşamla ölüm arasındaki geçişleri düzenleyen, kutsalla iktidarın kesişiminde şekillenen bir yapı.
Kitabın önemli yönlerinden biri, Antik Mısır mimarisinin yalnızca yapılar üzerinden değil, bu yapıların işlevsel ve ideolojik rolleri üzerinden değerlendirilmesi. Piramitler, tapınaklar, mezarlar – her biri yalnızca mimari ustalık değil, aynı zamanda metafizik bir düzenin yeniden üretimidir.
Özellikle cenaze mimarisi üzerinde duran Riggs, mezarların ölümsüzlük düşüncesiyle nasıl örüldüğünü, ‘ölümün mimarisi’nin aslında bir tür toplumsal hafıza mühendisliği olduğunu gösteriyor okura. Ayrıca, sanat nesnesiyle insan bedeni arasında kurulan ilişki de eserde dikkatle işleniyor. Riggs, figüratif temsillerin nasıl bir ideal beden tasarımıyla örtüştüğünü, tanrıların ve firavunların betimlenişinde bu idealizasyonun nasıl kutsalla birleştiğini sorguluyor. Bu sayede Antik Mısır sanatını yalnızca estetik bir alan olarak değil, toplumsal cinsiyet, sınıf, ritüel ve politik gücün somutlaştığı bir alan olarak ele alıyor.
Antik Mısır sanatı, zamana dair Batı-merkezli lineer düşüncenin dışına çıkan bir ‘sonsuzluk estetiği’ne sahip. Christina Riggs’in analizleri, bu zaman anlayışını, örneğin simetrik formlarda, tekrar eden motiflerde, ikonografik sabitlikte nasıl bulduğumuzu gösteriyor. Mısır sanatının değişmez gibi görünen kalıpları, aslında sürekliliğin ve kozmik düzenin estetik bir ifadesi. Bu yönüyle kitap, modern okuyucuya alışıldık tarih anlatılarının ötesinde bir düşünsel alan açıyor. Öte yandan, Christina Riggs’in akademik disiplini ve tarihsel duyarlılığı, esere ciddi bir güven de kazandırıyor. Ancak eseri asıl kıymetli kılan, sahip olduğu akademik derinliği erişilebilir bir dil ile okura sunması. Görsel malzeme kullanımı, açıklayıcı örneklemeler ve sade anlatım hem uzman okuyuculara hem de konuya yeni başlayanlara hitap eden çok katmanlı bir yapıyı mümkün kılıyor.
Netice olarak, Antik Mısır Sanatı ve Mimarisi, yalnızca arkeolojik ya da tarihsel bir katalog sunmuyor; aynı zamanda düşünsel bir okumaya da imkân sağlıyor. Sanatın yaşamla, mimarinin tanrılarla, bedenin devletle nasıl iç içe geçtiğini; estetik üretimin bir medeniyetin dünya görüşünü nasıl şekillendirdiğini derinlemesine anlamamızı sağlar. Riggs’in bu çalışması, Antik Mısır’ı sadece geçmişe ait bir temaşa nesnesi olarak görmektense, bugünün düşünsel krizlerine ve estetik sorunlarına da ışık tutan bir kaynak olarak okumak yerinde olacak.
(birgün.net, 13.06.2025)


Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN