Post image
Bütün Gerçeklerle “Atütürk-Vahdeddin Kavgası”

baris-doster

Barış Doster

Vahdeddin ile Mustafa Kemal arasında içten içe, ciddi bir kavga olmasa, göreve atandıktan 50 gün sonra azledilmezdi. Derdest edilip İstanbul’a gönderilmesi istenmezdi. Rütbe ve nişanları sökülmezdi. Eğer kavga olmasa, Sivas Kongresi’ni dağıtmak için Kürt eşkiyası ve Binbaşı Nowil eşliğinde Ali Galip komplosu tezgahlanmazdı.

Atatürk’e ve Cumhuriyet’e yönelik saldırıların yoğunlaştığı, şiddetlendiği bir dönemde, bu hakaretlerin Gazi’nin kurduğu, öncülük ettiği, adını verdiği kurumlarda, misal; TBMM’de, CHP’de prim yaptığı bir süreçte, Cumhuriyet Devrimi’ni savunan, yurt, ulus ve tarih bilincine sahip, yerli ve milli aydınların, devrimci yazarların önemi daha çok anlam kazanıyor. Onların doğru duruşu, düzgün tavrı, bilim ve fikir namusu; topluma güven veriyor, direnme gücü aşılıyor, önünü görmesine yardım ediyor. Yıllardır yorulmadan çalışarak, tek başına bir tarih enstitüsü gibi üreterek önemli eserlere imza atan Osman Selim Kocahanoğlu işte böyle aydınlardan. Kısa süre önce Temel Yayınları’ndan çıkan kitabı “Atatürk – Vahdeddin Kavgası” da çok önemli bir çalışma. Akademik, siyasal ve toplumsal cehalete, hamasete ve ihanete karşı kararlı, tutarlı ve yürekli bir meydan okuma. Hurafelere, yanlış bilince, içi boş, kof, abartılı övünmelere, böbürlenmelere karşı bilgi yüklü, önemli ve hacimli bir itiraz…

Atatürk’ü Anadolu’ya kim gönderdi?

Daha önce basılan “Atatürk – Karabekir Kavgası” ve “Atatürk – Rauf Orbay Kavgası” adlı önemli kitaplarının devamı niteliğinde olan Atatürk – Vahdeddin Kavgası’nda Kocahanoğlu, Atatürk ile Vahdeddin arasında yaşanan kavga üzerinden Cumhuriyetçi ideolojiyle siyasal İslam ideolojisi arasındaki tarihsel, siyasal, ideolojik mücadeleyi anlatıyor. 15 bölümden oluşan, 780 sayfalık çalışmasında yazar, yüksek perdedeki ilişkileri, siyasal
ve ideolojik dönüşüm kavgası veren tarafları, onların konumlarını inceliyor. Ve kitaba şu soruyla başlıyor:

“Atatürk’ü Anadolu’ya kim gönderdi?”

ata-vahdeddinKocahanoğlu, Sultan Vahdeddin İstanbul’da saltanat sürerken yaşanan gelişmeleri Mustafa Kemal öznesi ve bağlantısı üzerinden yorumluyor. Olayların dış boyutunu da gözetirken, imparatorluk ve saltanat ideolojisini temsil eden Vahdeddin’i yakından tanımak için onun kimlik ve kişilik analizini yapıyor. Sultanın çocukluğundan eğitimine, hareminden tahta çıkışına dek hayatının tüm ayrıntılarını veriyor. Kapalı saray ortamında yetişen Vahdeddin’le sıradan bir aile ortamında, özgür bir politik iklimde yetişen Mustafa Kemal’in farkını ortaya koyuyor ve Vahdeddin için şöyle yazıyor: “Sarayından ve şahsından kaynaklanan kişilik ve cehalet zaafları dışındaki sosyokültürel, sosyopolitik, ekonomik ve çağdışı yüzlerce etkenin ağırlığı altında ezilen, talihsiz bir dönemde tahta çıkan halife sultan, İttihatçılardan kalma 1914 Meclisi ve Milli Hareketin zoruyla toplanan Son Osmanlı Meclisi ile çalışmıştır. Her ikisi de kendi iradesiyle feshedilmiştir. Ankara’da toplanan TBMM ise artık ne imparatorluğun ne de Vahdeddin’in Meclisi değildir. Mustafa Kemal önderliğinde bağımsızlık savaşı veren bir halkın meclisidir. Boğaziçi’nin asırlık saltanat debdebesi, bozkırın ortasındaki Ankara Meclisi’yle kavga etmektedir”.

Milli Mücadele, sonrasında da Cumhuriyet Devrimi’yle yaşanan toplumsal dönüşüme zihinlerde ne tür tepkiler verildiğini ayrıntılarıyla anlatan Kocahanoğlu, sorularla zihnimizi açıyor ve tartışmayı zenginleştiriyor. Onca paşa arasında Anadolu’daki zorlu görev için niçin Mustafa Kemal’in seçildiğinin yanıtını ararken, fikri müstakim bir Cumhuriyet aydını olarak şunları söylüyor: “Konular incelenirken, popüler ve akademik düzeyli her bilgiye ulaşılmaya çalışıldı. Algılama zorluğu yaratan yüzlerce çarpıtılmış bilgi ve hurafe gözden geçirildi. Resmi – gayrı resmi tarih çatışmasına dönüşen kısır döngünün sembolik sermaye alanları ve bilinç tutulması yaratan maddi unsurları yeniden sorgulandı”.

Kocahanoğlu şu tarihsel saptamalarla uyarıyor: Vahdeddin ile Mustafa Kemal arasında içten içe, ciddi bir kavga olmasa, göreve atandıktan 50 gün sonra azledilmezdi. Derdest edilip İstanbul’a gönderilmesi istenmezdi. Rütbe ve nişanları sökülmezdi. Eğer kavga olmasa, Sivas Kongresi’ni dağıtmak için Kürt eşkıyası ve Binbaşı Nowil eşliğinde Ali Galip komplosu tezgâhlanmazdı. TBMM’nin toplanmasını önlemek için Anzavur, Çapanoğlu, Bozkır isyanları çıkarılmazdı. Köylere kadar saray altınları dağıtılmazdı. “Hilafet Ordusu” olarak da bilinen Kuvayı İnzibatiye, Yunan kuvvetlerine saldıracak yerde Bursa’yı kurtarmak isteyen Kuvayı Milliyecilere saldırmazdı. Nemrut Mustafa Divanı, idam kararları vermezdi. Şeyhülislam, dinsel sermayesini kullanarak, kendi insanının kanını helal saymak için “cihat fetvaları” yayınlamazdı. Tüm bunlar Mustafa Kemal Paşa ile Vahdeddin arasındaki basit ve kişisel bir düello değildir. İdeolojik bir hesaplaşmanın sonucudur.

EGXW6OW-at-ustunde-ataturk-tablosu

Kavganın özü

Kocahanoğlu, Mustafa Kemal ile Vahdeddin arasındaki kavganın özünü şu sözlerle anlatıyor: “Eskilerin klasik saray darbelerine hiç benzemeyen bu kavga, yüzünü Doğu taassubuna değil, Batı uygarlığına çeviren, kanla, irfanla kurulmuş bir Cumhuriyeti simgeler. Modernitenin ilk basamağında, düşüncenin çocukluk çağında kalmış, medrese eğitiminden kurtulamamış, felsefesiz bir toplumun bu dönüşümü hazmedebilmesi kolay olmamıştır. Günümüz İslam dünyasının ileriyi geride arama hatasından kurtuluşunun reçetesi de yine Cumhuriyet projesini örnek almasıdır”.

Yazar; saltanat kaldırıldıktan sonra İstanbul’da ancak 17 gün kalan Vahdeddin’in, toplum içinde kalamayacağını anladığını belirtiyor ve ekliyor:

“Kendi isteğiyle ve İngilizlerin desteğiyle İstanbul’dan kaçarken, göğe değil yere bakarak binmiştir İngiliz gemisine. Hilafeti bırakmadığını göstermek için, Osmanlı’yı sırtından hançerleyen İngiliz işbirlikçisi Hicaz Şerifi Hüseyin’e yanaşmış ve Mekke Beyannamesi’ni yayınlamıştır. Vahdeddin, şerefini kurtarmak uğruna Hz. Peygamber’in ‘hicretine’ sığınarak kendini savunmaya çalışmıştır. Ama inandırıcı olamamıştır. Malta ve Hicaz duraklarından sonra San Remo’ya yerleşmiş, yani Batıya sığınmış, Vatikan ikliminde nefes alıp vermiştir”.

Kocahanoğlu; “Vahdeddin kaçmayıp kalsaydı, ihanetle suçlanmış olsa bile, en azından ecdadı Fatih ve Yavuz’un onurunu kurtarmış olurdu” diye yazarken, Cumhuriyet ahlakının son Osmanlı sultanını öldürmeyecek kadar asil bir ruha sahip olduğunu Vahdeddin’in de görebileceğini vurguluyor. Din tacirlerine, inanç hortumcularına, numaracı cumhuriyetçilere, ABD / AB muhiplerine, bölücülere, devrimin Jakoben ve uzlaşmaz tavrını özgürlük, sivil toplum, hukuk devleti, insan hakları, demokrasi adına yerden yere vuran cahil liberallere şöyle sesleniyor:

“Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi kendi insanının kanını şer’i şerif ve Vahdeddin adına nasıl helal saymış ise Milli Mücadele vatanseverliği de feodal kurumlara karşı çekilecek her türlü silahı kendi ideolojisi için kutsal saymıştır. Mustafa Kemal’i bu göreve ne tek başına Vahdeddin, ne Sadrazam Damat Ferit, ne de Harbiye Nezareti göndermiştir. Hükümet kararıyla atanmıştır görevine. Karabekir Erzurum’a, Cemal Paşa Konya’ya, Süleyman Şefik Paşa Hilafet Ordusu’na nasıl atanmış ise; Rauf Bey Mondros’a, Rıza Tevfik Sevr’e nasıl gönderilmiş ise Mustafa Kemal de Anadolu’ya öyle gönderilmiştir. Ne var ki bu görev hem istisnai hem de olağanüstüdür. Görevi istisnai ve tarihsel kılan da mahiyetinden ziyade Müfettiş Paşa’nın kimliğidir”.

Kitabındaki dipnotların da ana metin gibi özenle okunması gerektiğini özellikle isteyen Kocahanoğlu, Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında, Osmanlı sarayının Anadolu’daki direnişi örgütlemek gibi bir niyetinin kesinlikle olmadığını, direnişi düşünen, tasarlayan, örgütleyen, öncülük eden kişinin Mustafa Kemal olduğunu belirtiyor. Kavgayı, Mustafa Kemal’in liderliğini benimseyen kadroların ve ona inanan Anadolu halkının kazandığını ifade ediyor. Sultan ve çevresinin de Mütareke basınının da Anadolu hareketini “birkaç serserinin macerası” olarak niteleyip küçük gördüklerini, dahası itibarsızlaştırmaya çalıştıklarını anımsatıyor.

Kralın izniyle, referandumla özgürlük gelmez

Anadolu hareketi kurumlaşıp meşrulaştıkça Vahdeddin’in Kuvayı Milliye üzerinden Mustafa Kemal’in şahsına yöneldiğine dikkat çeken Kocahanoğlu, karşıtlarının Mustafa Kemal Paşa’ya “Bolşevik sergerdesi” diyerek itibarsızlaştırmaya çalıştıklarını belirtiyor. Yazar, hilafetin kaldırılmasını siyasi boyutundan öte, kültürel ve tarihsel bir durum olarak ele alırken, tarih boyunca hiçbir özgürlük mücadelesinin krallardan, padişahlardan, sultanlardan izin alarak, halka sorularak, referandum yoluyla yapılmadığının altını çiziyor. Mustafa Kemal Paşa’nın liderlik karizmasının, geleneksel toplumun “paşa” olarak öne çıkardığı doğal statü üstünlüğünden ziyade zekâ ve ikna gücünden beslendiğini vurguluyor. Ne istediğini bilen, hedefe adım adım yürüyen, soğukkanlı kurmay dehasının, yolculuk boyunca çalıştığını ifade ediyor.

(Aydınlık, 09.01.2015)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN