Av. Eda KURT
Aylık çıkan ve fırsat buldukça okuduğum bir edebiyat dergisi 2024 Eylül sayısında Alman edebiyatına yer vermiş. Özellikle pek de popüler olmayan bir şair olan Dylon Thomas’ın şu dizeleri oldukça etkileyici:
“Bu doğru, hiçkimse yapamaz/ Tanrı’yı derin bir mezara gömmeyen/ Ve sonra iskeletini dışarı çıkarmayan/ Kırıp tekrar yapmayan hiçbir insan/ Kemiklerin içinde yeni bir inanç bulmayan/ Kemiklerin etrafını tekrar etle kaplamayan/ Kırıp da nihai amacını inşa etmeyen” (Kimse İnanmaz).
Geçtiğimiz günlerde pek çoğumuzu rahatsız eden bir karara imza atıldı. Mattia Ahmet Minguzzi’nin ölmesine neden olan bıçak, kanundaki tanıma uyan ve taşınması yasaklı silahlardan sayılmayarak delil niteliği ortadan kaldırılmış oldu.
KAVRAM HUKUKÇULUĞU
Bir hukukçu adaletin sağlanmasını istiyorsa kanunları kazuistik şekilde okuyup uygulayamaz. Kanunun geri planında yatan gerekçeyi ve kanunun getiriliş amacı ile neyi, kimi koruduğunu da okumak zorundadır; zira kanun özü ve sözüyle bir bütündür.
Anılan kanunun özü nedir, ezcümle neden belirli silah ve bıçakların taşınmasını yasaklar kanun? Tehlikeyi önlemek için. Kişilerin beden bütünlüğünü korumak için.
“Kanunda taşınması yasaklı sayılmayan bir bıçak olması hasebiyle küçük Ahmet’in ölümüne neden olan bıçağın, tehlike yaratma olanağı yoktur ve taşınabilir” şeklinde yorumlanacak bir karara imza atanlara soralım: Ahmet’in ölümü ile kullanılan bıçağın illiyetini açıkça ortaya koyan tıp bilimi, kamera kayıtları bir kanun hükmü ile nasıl ortadan kaldırılabilir? Kavram hukukçuluğunun nasıl bir tahribat yarattığını bu akıl almaz karar açıkça ortaya koymaktadır.
Her ne kadar Ahmet’in yaşamını yitirmesine neden olan bıçak kanunda sayılan taşınması yasaklı bıçaklardan olmasa da somut olay açısından bir çocuğun ölümüne neden olmuş bu illiyet rabıtası nedeniyle bıçağın, kanunun “mevhumu muhalifi” ile taşınmasına izin verilen bıçaklardan sayılmasının, kanunun getiriliş amacına aykırılık teşkil ettiği gözler önüne serilmiştir. Hukuku içselleştirmiş her hukukçunun vereceği karar bu yönde olmalıdır.
ÇOCUĞUN YASASI
Ian McEwan’ın Çocuk Yasası adlı kitabında (filmi de mevcut) 18 yaşını doldurmasına aylar kalan ve Yahudi bir aileye mensup lösemi hastası bir çocuğun öyküsü anlatılmaktadır.
Kitap, kültürel, dini vb. değerlerin çocuğun üstün yararı ile çatışması halinde yargıcın sorumluluğu, yasaların işlevi, inanç özgürlüğü vb. kavramlar üzerinde düşünmemizi sağlamaktadır. Mahkemenin kadın hâkimi, inancı gereği kan naklini reddeden aileye rağmen çocuğa kan nakli yapılmasına karar vererek çocuğun üstün yararını gözeten ve yaşamını kurtaran bir karar verir. Yargıç bu kararı verirken çocuğun yaşama sevinci, tedaviyi reddederken ailesinin baskı ve etkisinde kalması ve dışlanma korkusu gibi durumların tespiti ile aslında çocuğun kendisinden dahi korunması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bilişsel olarak kendi yararını gözetme ehliyetine sahip olmayan (olsa da bu farkındalığı ailesi, inancı vs. tarafından sakatlanmış) ailesinin baskısı ve etkisi altında tedaviyi reddetme yönünde tavır gösteren çocuğun iradesi yok sayılmıştır. İşte çocuk böyle korunmaktadır. Çocuğu koruyan şey, çocuğun üstün yararı ilkesi ve onu işleyen aklıyla uygulayan kadın bir hâkimdir. Tek başına yasalar korumaya yetmez. Onları uygulayacak işleyen akıllar ve cesur yürekler de gerekmektedir. Zira çocuk, Peter Handke’nin Çocukluk Şarkısı adlı şiirinde dediği gibi “Çocukken çocuk olduğunu bilmez”!
Çocuklarını korumayan yasalar, meşruiyetini kaybeder. Adaleti tesis etmeyen yargıç ve mahkemelerin de meşruiyetini kaybetmesi gibi… Mesnetsiz sulardayız uzun zamandır. Çürümenin bizi getirdiği sonuç işte bu kötülük…
(Cumhuriyet, 30.05.2025)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN