Post image
Diktatöre karşı 30 yıllık mücadele

 

Seray GENÇ

Yönetmen Suhaib Gasmelbari, ‘Ağaçlardan Bahsetmek’ filminde otoriter, baskıcı, yasakçı, sansürcü bir iktidarla kendi yöntemleriyle mücadele eden, mücadele ederken de yaşama sevinçlerini kaybetmeyen Sudanlı bir grup sinemacı ile ülkesinin geçmişini ve bugününü anlatıyor.

Yönetmen Suhaib Gasmelbari, Ağaçlardan Bahsetmek (Talking About Trees) filmlerini çekemeyen, gösteremeyen, sinemaları olmayan, sinema açmak için uğraştıkları bürokrasi savaşını tüm baskılara rağmen umutlarını kaybetmeden sürdüren, 1968 yılında Suad Ibrahim Ahmed’in öncülüğünde kurulan Sudan Sinema Kulübü’nün (Sudan Cinema Club) mirasçıları, 70 ve 80’lerinde dört bıçkın delikanlı sinemacı ile Sudan’ın kökleri derinlere giden ağaçlarından bahsediyor. Filmde Sudan’ın değerli sinemacıları, Sudan Film Grubu (Sudanese Film Group) üyeleri Ibrahim Shaddad, Manar Al Hilo, Suleiman Mohamed Ibrahim ve Altayeb Mahdi ile tanışmanın heyecanını duyarken onların hayatlarının merkezine koydukları sinemaya duydukları heyecana da ortak olunuyor. Bu yıl, 38. İstanbul Film Festivali’nde yer alan Ağaçlardan Bahsetmek filmi ilk gösterimini Berlinale’de yapmış ve festivalde en iyi belgesel ödülünün yanısıra Panorama bölümünde seyirci tarafından verilen ödülü de almıştı. Yönetmen Suhaib Gasmelbari ile filmini ve Sudan’ı konuştuk.

• Sinemaya nasıl başladınız

1979’da Sudan’da doğdum. 7 milyon Sudanlı gibi 90’ların başında ülkeyi terk etmek zorunda kaldım. Bir ülkeden başka bir ülkeye geçtim ve sonunda kendimi Fransa’da buldum. Orada Université Paris VIII’de sinema okudum. Belgesel ve kurmaca kısa filmler çektim. Sonra Amacım kurmaca filmler çekmekti. İzin alamadım. Blue Nile (Mavi Nil) bölgesinde çekmeyi planlamıştım. Sonra savaş başladı, durmak zorunda kaldım. Aslında bu dört karakterle de böyle tanıştım.

• Filminizdeki her daim genç, esprili ve etkileyici 4 adamla nasıl tanıştınız? Sudan Film Grubu’ndan haberdar mıydınız?

Sinema yapmak oldukça zordu. Çünkü 89’daki darbeden beri 30 yıldır sinemalar kapalı. Sinema kültüründe kopma oldu. Bu dörtlü 60’larda, 70’lerde ve 80’lerde sinema çalışan ilk gruptu ve sanatsal olarak, görsel olarak çok talepkâr, vizyoner filmler ürettiler. Sadece kısa filmler yapabildiler, uzun metraj için para bulamadılar çünkü hükümetler için radikal unsurlardı. Sudan, sinematek kültürü yaygın bir ülke, sinefiller yaygın; filmlerini sinema kulüplerinde gösterdiler. Bu kültürün bu kadar yaygınlaşmasında en büyük pay da bu dört insana ait. Sudan’da komünizmin ve feminizmin sembol kadını olan Suad Ahmed Ibrahim gibi insanlarla birlikte. Suad Ahmed Ibrahim ‘68’de bir sinema kulübü kuruyor ve sonradan İbrahim Shadad da ona katılıyor. Sinema Kulübü’nde sanat filmleri ve üçüncü dünyadan filmler gösteriyorlarmış. Filmler o dönemde sanat filmlerinin merkezi olan Blue Nile sinemasında gösteriliyor. O dönemde sadece Hartum’da 26 sinema var. Hepsi açık hava sineması ve güneş battıktan sonra gösterim yapabiliyorlar. Bu dörtlünün bazı çalışmalarında sinemanın o dönemlerde futboldan daha popüler olduğu görülür. Benim neslim bu konuda talihsizdi, dışarıya çıkmaya başladığımızda her şey kapanmış ve yasaklanmıştı.

• Başka kültürel, sanatsal bir aktivite yok muydu?

Müzik bir miktar devam etti. 89 çok radikal biçimde kesintiye uğrattı tüm entelektüel aktiviteleri. O dönemin meşhur Blue Nile sineması askeri gazinoya dönüştürüldü. Şimdi de ordu radyosu orada. Oraya baktığımda gözlerim doluyor, nostaljik hissediyorum. Fransa’dan Sudan’a geri döndüğümde onların çektiği kısa filmlere ulaşmaya çalıştım ama zordu. George Sadoul bile İbrahim Shaddad’dan bahsetmiş olmasına rağmen filmleri bulamadım. Özellikle İbrahim Shaddad biliniyor ama filmlerini ancak bizden önceki nesiller görmüş. O dönemde festivallerden ödüllerle dönmüş bu filmler görmezden gelinmiş, kopyaları kaybolmuş. Neyse ki bu insanlar filmlerinin kopyalarını evlerinde saklamışlar. Shaddad, olanaklarıyla filmlerini dijitalleştirmiş hatta bazı yerlerde göstermiş. Kalite düşük, ama onun sanatsal ve politik gücü olan filmlerini seviyorum.

• Belgeseldeki Suleiman Mohamed Ibrahim’in ‘Africa, Jungle, Drums and Revolution’ (1979) filmi de çok etkileyici, filminizde sadece başlangıcını görüyoruz sanırım. Estetik olduğu kadar sarkastik yapısıyla da çok güçlü.

Ibrahim alaycıydı bana pek çok sorular sordu: Niye geri geldin Fransa’dan? Ailen zengin mi, filmlerini sübvanse edebilirler mi? Gizli serviste mi çalışıyorsun (Ben, tabi ki hayır dedim.), film için izinleri nasıl aldın? Suleiman karakterini kısa filmine de yansıtmış.

• Tanıştığınızda filmlerini çekmek istediğinizi söylediniz mi?

Yapmak istediğim kurmaca filmimden bahsettim. Ibrahim, Avrupa’ya git, zenginlerden para bul. Yoksa bizim gibi buraya tıkılır; bekleme bankında (Waiting Bench) yerini alırsın dedi, yine alayla. Filmin adı ‘Waiting Bench’ti. Zamanla bu alaycılığın umudu devam ettirmek için gerekli olduğunu öğrendim.

• Sadece alaycılık değil, sinema ve arkadaşlıkları da umudu ayakta tutmuş. Onlar hem filminizin hem de filmdeki sinema grubunun kahramanları. Köy köy dolaşıp film gösteriyorlar. Bütün bu duyguları seyirciye de geçiriyorlar.

Naifliği değil, baskı altında, en sevdiğiniz faaliyetten -sinemadan- men edildiğiniz durumda ortaya çıkan açlık ve arzu, daha sonra arzunun getirdiği aşkı anlatmak istedim. Bir şairin dediği gibi arzuyu arzulamanın aşkı.

(Birgün, 18.04.2019)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN