Post image
“Dizi izlerken seçici olunmalı”

 

Türkiye’nin dört bir köşesinden gelen silahlı şiddet haberleri adeta reyting rekoru kıran dizilerden ve filmlerden aşina olduğumuz görüntülerle karşımıza çıkıyor. Uzmanlar, suç ve şiddet içeren dizilerin insanların psikolojisini etkilediğini düşünüyor.

Şiddet içerikli dizi ve filmlerin insanlar üzerinde psikolojik sorunlara yol açtığına değinen Selçuk Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Arş. Gör. Fatma Öztat, şiddetin dizilerle normalleştirilmeye çalışıldığını belirtti. Öztat, Türkiye’de en çok reyting alan dizilere bakıldığı zaman genelde kadına şiddet ya da mafya konulu dizilerle karşılaşıldığını dile getirerek şunları söyledi:

“Şiddet içerikli dizi ve film üreticileri bilinçli bir şekilde toplum üzerinde bir politika mı yürütüyor yoksa sadece reyting amaçlı bir üretim mekanizması mı söz konusu bunu ayırt etmek gerçekten çok zor. Son dönemde Türkiye’de en çok izlenen dizilere baktığımız zaman genelde kadına şiddet ya da mafya içerikli dizilerle karşılaşıyoruz. Bu durumda aslında izleyiciler olarak bizlerin de sorumluluğu bulunuyor. Çünkü; yapımları izleyerek reyting sıralamasında üst sıraya taşıyan kişiler bizleriz. Diğer yandan şiddet içerikli yapımlar üzerinde mutlaka yeni tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bunun için ‘Prime Time’ olarak adlandırdığımız yani televizyon yayınlarının en çok izlendiği akşam saatlerinde bir kadının boğazının kesildiği diziler, çocuklara ya da gençlere ulaşmamalıdır. Bununla ilgili yeni kurallara ve düzenlemelere ihtiyacımızın olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde gündüz kuşağı programlarındaki kayıp, taciz, istismar, cinayet gibi gerçek hayattan kesitler sunan, Türk aile yapısı üzerinde derin izler bırakan programların ülkemizde neredeyse aralıksız devam ettiğini düşünecek olursak, ekrandan evlerimize sürekli şiddet aktığım ifade edebiliriz. Haber bültenleri de sanki yapbozu tamamlar gibi bir cinayetin tüm detayım ekranlara taşımakta, katillere dair tüm detayları bizlere ulaştırabilmektedir. Sürekli buna benzer yayınları takip eden bir toplumun zamanla şiddeti normalleştirmesi ve maalesef şiddete başvurması hiç de sürpriz olmayacaktır.”

İZLENİLEN İÇERİKLERDEN HER KESİM SORUMLUDUR!

İzlenilen içeriklerdeki olumsuzluklar adına herkesin sorumlu olduğunun altım çizen Öztat, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bir dönem gerçekten Türk dizi tarihine baktığımızda genel izleyici kitlesi için çok güzel diziler vardı. ‘Süper Baba’, ‘Ekmek Teknesi’ veya ‘İkinci Bahar’ gibi diziler hafızalarımızda çok güzel izler bıraktı. Yeni dönemde izleyicinin kendisine yakın hissedeceği en ufak bir hikayeyi dizilerde göremiyoruz. Eski dönemde o dizileri izleyerek aile bağlarımızı pekiştirebiliyor ve mahalle kültürünü hissedebiliyorduk. Bize benzeyen, tanıdık yüzler, tanıdık sokaklar görüyorduk. Havuzlu villalar, kan davaları, mafya, holding konuları, zengin ailelerin çarpık ilişkileri dizilerde yoktu. Orta halli insanların tanıdık hikayelerine yeniden ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Türk aile yapısını pekiştiren içerikleri bulmak aslında o kadar da zor değil. Eski dizileri düşündüğümüzde o sıcacık aile ve güven ortamı o günlerde izlendiyse günümüzde de bu sıcak atmosferi yaşatacak yeni aile dizileri yorumlanabilir, reyting almaması için hiçbir engel görmüyorum. Çözüm noktası olarak baktığımızda hem içerik üreticilerine, hem bizlere yani tüketicilere hem de düzenleme mekanizmalarına görev düşüyor. Bizlerin buradaki sorumluluğu medyadaki yanlışlara haklarımız çerçevesinde tepki göstermek olmalıdır. Reyting oranları ve birbirini devam ettiren şiddet döngüsünü gördükçe geleceğimiz adına içim hiç rahat değil.”

TEHLİKELİ KARAKTERLER SEMPATİ KAZANDI

Sinema ve dizilerdeki olumsuz ama çekici karakterlerin neden ilgi gördüklerine değinen Öztat, bu konuda da şu açıklamaları yaptı:

“Reytingi yüksek olan içeriklere baktığımızda aslında o içerikteki kötü karakterlerin oldukça benimsendiğine şahit oluyoruz. Dizilerdeki mafya babaları, ailesine ve etrafına eziyet eden ağalar, sürekli karısını aldatan şiddet uygulayan kocalar, gelinine kök söktüren kayınvalideler buna örnek olarak gösterilebilir. Bu karakterlerin sürekli gözümüze sokulması, şiddeti meşrulaştırırken aynı zamanda şiddeti benimseyen karakterleri de rol model olarak görmemize neden oluyor. Bu tarz içerikler normal şartlarda şahit olamayacağımız hikayeleri ekrana ya da beyaz perdeye taşıyor. Sinemada ve dijital platformlarda son yıllarda suç temalı yapımların oldukça revaçta olduğunu, pek çok seri katil hikayesinin izlenme oranlarında ilk sıralarda yer aldığım biliyoruz. Şahit olduğumuz suç, cinayet, şiddet içerikli görüntüler, izleyicilerde pek çok karışık duygunun açığa çıkmasına neden oluyor. Biz hem insan bedenine merak duyuyor, hem şiddetten garip bir şekilde haz alıyor hem de şiddetin seyircisi olarak kendimizi güvende hissediyoruz. Şiddetin pornografisi olarak ortaya atılan kavram üzerinde daha çok düşünmeliyiz. İnsan bedeninin parçalanmasını, canlıların şiddete uğrayışını izlemek neden bazılarımızın tam olarak açıklayamadığı karmaşık bir ruh haline bizleri itiyor? Son dönemdeki Dahmer dizisi, geçmiş yıllardaki Testere serisi gibi pek çok dizi ya da film, insan doğasındaki bu karmaşık haz – merak – güven üçgeninde gezmiyor ve telafisi zor yeni düşünme davranış pratikleri oluşturuyor olabilir. Diğer yandan seyircilerin zorlayıcı hikayelere ilgi duymalarının, kötü karakterleri benimsemelerinin altında, hiçbir zaman deneyimleyemeyeceği davranışlara şahit olmak motivasyonu yatıyor olabilir.”

(Konya’nın Sesi, 08.09.2023)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN