Post image
Dünya yok olmaya ne kadar yaklaşmış meğer

 

Ogan MİTRANİ

Netflix’te ekrana gelen Turning Point: The Bomb and the Cold War belgeseli II. Dünya Savaşı’ndan sonra girilen Soğuk Savaş dönemini inceliyor.

Knappenberger‘in yönettiği dokuz bölümlük dizi tanıkları, siyası figürler ve dönem liderleriyle yapılan 100’den fazla röportaj ve arşiv görüntüsü içeriyor.

Oppenheimer ile gündeme gelen nükleer enerjiye olan ilgi, filmin Akademi Ödülleri’ne ulaşması ile devam etti. Sadece hedeflediği bölgeyi değil, kontrolsüz bir durumda tüm insanlığı yok etme potansiyeline sahip olan nükleer bombalar, II. Dünya Savaşı bitiminden sonra sıcak savaşın yerini karşılıklı tehdit, korkutma ve espiyonaj faaliyetlerine dayanan soğuk savaş dönemine bıraktırmıştı. Netflix’te ekrana gelen Turning Point: The Bomb and the Cold VJar belgeseli bizleri bu sürecin başından günümüzdeki yansımalarına dek getiriyor.

Dizi yakın tarihli Rusya-Ukrayna savaşı görüntüleri ile başlıyor. Bu savaşın arka planının sadece son birkaç yıldaki olaylara değil, 1940’lı yıllardan beri yaşananlara dayandığını anımsatan giriş sonrası o dönemlere doğru gidiyoruz.

ABD’nin faaliyetleri

Japonya’ya atılan Amerikan nükleer bombalarının aslında Rusya’ya bir gözdağı olarak atıldığı düşüncesi soğuk savaşın başlangıcı olarak nitelendiriliyor. Zira Avrupa’nın içlerine doğru ilerleyen Sovyetler Birliği’nin bir sonraki hedefinin Asya’da kalıcı bir güç olma hedefindeki Japonya olacağı dönemin stratejistlerinin öngörüsüydü. Bir süre sonra kendi içine kapanan Sovyetler Birliği’nin askeri ve nükleer gücünün bilinmezliği Amerika’da silahlanma çabasını paranoyak bir şekilde artırmıştı.

Dizinin ilerleyen bölümlerinde gözünü kestirdiği ülkelere demokrasi getirme düşüncesi ile siyasi yapılarını dönüştürmeye çalışan Amerika’nın faaliyetlerine odaklanıyoruz. Bunlar Sovyet etkisi ile gelebilecek komünizmin engellemesi amacını taşısa da bir yandan da askeri ve ekonomik hegemonyanın tesisi için önemliydi. ABD’nin başka ülkelerdeki istihbarat faaliyetlerini yöneten CIA’in kuruluşu ve karşıt bloktaki daha eski bir oluşum olan KGB’nin çalışma şekli de tanıklar ve belgeler aracılığı ile aktarılıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası ikiye bölünen Berlin’in hikayesi, İran ve Guatemala’daki darbe planlamaları, nükleer denemelerin yapıldığı yerlerdeki sivil halkın sağlığına olan duyarsızlık çok da uzak olmayan geçmişte gerçekleşen hayret verici olaylar olarak yansıtılıyor.

Nükleer silahlanma

Ağırlıklı olarak nükleer silahlanma yarışına eğilen yapımda, dünyanın bir nükleer yok oluşa ne kadar yaklaştığı konusunda nükleer strateji uzmanıyken bazı sırları topluma ifşa etmesi ile tanınan Daniel Ellsberg (geçen yıl öldü) ile yapılan röportajlar oldukça çarpıcı: “Neredeyse dünya nüfusunun yarısını yok edebilecek nükleer saldırı planları yapıldığını dinlerken dehşete kapılmamak mümkün değil. Üstelik sanıldığı gibi saldırı için tek yetkilinin Amerikan başkanı olmadığını, üstteki herhangi birinin bile bu bombalar için düğmeye basabileceğini belirterek.»

(Oksijen, 29.03.2024)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN