Post image
Gece leylak ve karanfil kokuyor…

Fotoğraf: Wikimedia Commons

Nuray SANCAR

Bu kitabı zamanın akışı içinde bir görevi yüklenerek ve büyük acılar çekmiş biri olarak kaleme almış bulunuyorum, diyor Dido Sotiriyu; Buyruk’un ön sözünde. 1922 mübadelesinde ailesinin göçtüğü Yunanistan, Dido’nun daha çocukluğundan başlamak üzere yüzyılın fırtınalarının tam ortasında kalmıştır. Büyük paylaşım savaşları, faşizme karşı direniş ve sınıf mücadeleleri onun ailesini de sayısız sınavdan geçirir. ‘Faşizmin barbar eli Yunanistan’ı saçlarından yakalayıp boşluğa savurduğu sürece yiğitlikler yapabilecek durumda olmasam bile kendimi direnişin içine atmam doğaldı’ yazacaktır kitabının ön sözünde. Buyruk, yazarın kız kardeşi başta olmak üzere hayatları cezaevlerinde, savaşlarda, işkencelerde son bulmuş kahramanların hikayelerini kayda döker, böylece yakın tarihin anlatılmayan ayrıntılarını ışıklandırır.

Yunanistan 1930’lu yılların ikinci yarısında Metaksas diktatörlüğü altındadır. Ülkedeki her demokratik birikimi ezdiği gibi, örgütlü güçleri felç eden, sayısız insanın zulüm gördüğü bir rejimdir bu. Mussolini İtalya’sının işgali Metaksas’ın ulusal birliği kurma çabaları için esaslı bir fırsattır. Ama onca zulme karşı muhaliflerini yenemeyecektir. Bunu Alman faşizminin işgali takip eder. Yunan Komünist Partisinin (KKE) liderliğinde kurulan Ulusal Kurtuluş Cephesi (EAM) ile silahlı gücü ELAS’ın çağrısıyla toplumun çok büyük bir kesimi faşizme karşı mücadele için örgütlenir. Komutan Aris’in yönettiği partizan mücadeleleri ile şehirlerdeki olağanüstü direniş Alman faşizminden kurtuluşu sağlar. Ne var ki Yunanistan’ın çalkantıları bununla da bitmeyecektir.

İÇSAVAŞ YILLARI

Dido Sotiriyu’nun kitabı faşizm sonrasındaki İngiliz işgali ve iç savaş dönemine odaklanır. Savaştan hemen sonra Lübnan’da imzalanan ve direnişçilerin silahlarını teslim etmesini dayatan anlaşmayı EAM’ın da imzaladığını BBC’den öğrenen KKE militanları için endişeli bir dönem başlar. Bir yıl sonra imzalanan Varikiza anlaşması ise Yunanistan’da iç savaş dönemini başlatır. Nazi işgali altında Parislilerin şehirlerini terk ederkenki görüntülerine benzer göç manzaralarının oluştuğunu yazar Dido Sotiriyu. Kıstırılan militanların bir kısmı canlarını halk demokrasisi ülkelerine atarak kurtarır.

O sırada Sotiriyu, üyesi değildir, ama Komünist Partinin çıkardığı gazetede çalışmaktadır. İç savaş süreci ikili bir karakter taşır; orantısız silah gücüyle kahramanca direnen komünistler ve mücadele güçleri arasındaki bağlar güçlenirken işgal sırasındaki kitlesellik giderek dağılır; bu da direniş güçlerinin yalnızlaşması anlamına gelir ama aynı zamanda parti içindeki bozuşmaya da kapı açar.

Sotiriyu’nun kitabında, onun zaman zaman görüşebildiği, parti militanı olan kız kardeşi Anna (Elli Pappa) ve birkaç yoldaşının tanıklığı ve tartışmalarla dönemin bir dökümü önümüzdedir. Cezaevindeki seri idamların, işkence ve kayıpların dışarıya ulaşan, sigara kağıtları üzerine yazılmış anlatıları ise vahşetin boyutunu sergiler. Komünist Parti kimi militanlarının gözünde yanlış üstüne yanlış yapmakta, hatalı taktikler uygulamaktadır. Savaş sonrası Truman doktrininin eşlik ettiği dünya düzeninde yeni kurulan halk cumhuriyetleri arasına dahil olamayan Yunanistan’a diz çöktürmek isteyen güçler, olağanüstü bir şiddet uygulamaktadır. Militanlar kentlerde barınamaz hale gelirken dağ partizanlarının lideri de çoktan intihar etmiştir.

FIRTINA KUŞLARI

Kitaptaki ismiyle Anna bir illegal görüşme sırasında ablası Dido’ya ‘siyah örgülü saçlı bir kız çocuğu’nun olmasını istediğini söyler. Gelgelelim Yunanistan’ın bu direnişçi ve mücadeleci kuşağı için kişisel mutluluklar bir hayaldir. Bir mücadeleden diğerine, bir tuzaktan ötekine geçen hayat kurtuluştan önce bu küçük sevinçlere yer açamaz.

Anna böyle bir ortamda aşık olur. İllegal mücadele içindeki adıyla Kosta (Nikos Beloyannis) ile paylaştıkları dava sevgilerinin tek yuvasıdır. Nikos Beloyannis 17 yaşından itibaren defalarca tutuklanmış, işkence görmüş, sürgüne gitmiş ve serbest kaldığı her döneminde mücadelesine kaldığı yerden devam etmiş bir devrimcidir. KKE’nin Merkez Komite üyesidir.

‘Alman işgali sırasında sürgündeymiş’ diye yazıyor Sotiriyo. ‘Kraliyet hükümeti Ortadoğu’ya kaçmadan önce tüm politik tutukluları Almanlara teslim etti. 1941’de tutuklu olanlar Haydari Kampı’na nakledildiler. 1943’te İtalyanlar savaşı yitirince Kosta diğer bazı tutuklularla kaçmayı başarmış ve Ahia’da dağa çıkmış. O dönemi aldığı kurşun yaralarından vücudu da iyi anımsıyor. Arkadaşları ona ‘fırtına kuşu’ derlermiş. Yönettiği tümene ise çiçek tümen derlermiş. Savaşçılar tüfeklerinin namlularına çiçek takarlarmış…’

“HALKIMA İHANET ETMEYECEĞİM”

Beloyannis, dünyaca ünlü fotoğrafında da bir çiçekle yer alır. Onu ‘merhametli ve nazik’ diye niteleyen sevgilisi Anna ile aynı karededir Beloyannis. Komünist Partinin birçok ileri kadrosunun yakalanmasından sonra düzenlenen düzmece mahkemede hazır bulunan basın mensupları, elinde bir kırmızı karanfille salona getirilen Beloyannis’in görüntüsünü ölümsüzleştirirler. Beloyannis kokladığı karanfili Anna’ya uzatmıştır.

Bu mahkeme sonucunda Beloyannis ve Anna idama mahkum edilir. Beloyannis’in infazı çok geçmeden yapılır. Ancak Anna hamile olduğu için Yunanistan yasalarına göre infazı ertelenir, 89 yaşına kadar yaşayacaktır.

Beloyannis 37 yaşında kurşuna dizilmeden önce, duruşma sırasında şöyle der: “Bizler pişmanlık dilekçesi imzalamayı kabul etseydik aklanacak ve birdenbire iyi Yunanlar olacaktık. Bana önemli görevler de teklif edildi. Benim yaşamım bağımsızlık ve özgürlük savaşımlarıyla sıkı sıkıya bağlı. Fikirlerime ihanet ederek yaşamak mı yoksa ideallerime ve inançlarıma bağlı kalarak ölmek mi? Hep ikincisini tercih ettim. Bugün bu kararımdan dönebileceğimi sanmıyorum…”

Picasso’nun, resmini yaptığı, Nâzım Hikmet’in, şiirini yazdığı Beloyannis’i romanlaştıran Dido Sotiriyu Anna ve Kosta’dan doğan çocuğun teyzesidir. Şuraya Nâzım’ın ‘Karanfilli Adam’ şiirini bırakmadan bitirmeyelim: “Seher karanlığında,/ Projektörlerin ışığında,/ Kurşuna dizilen beyaz karanfilli adamın/ Fotoğrafı,/ Duruyor üstünde masamın./ Sağ eli/ Tutuyor karanfili/ Bir ışık parçası gibi yunan denizinden./ Karanfilli adam/ Ağır kara kaşlarının ardından/ Bakıyor cesur çocuk gözleriyle,/ Hilesiz bakıyor./ Türküler ancak böylesine hilesizdir/ Ve ancak komünistler/ And içer böylesine hilesiz./ Dişleri bembeyaz:/ Gülüyor Beloyannis./ Ve elindeki karanfil,/ Bu yiğit,/ Bu rezil/ Günlerde/ Söylediği sözlerden biri gibi insanlara…/ Mahkemede çekildi bu fotoğraf./ İdam kararından sonra.”

*Buyruk, Panayot Abacı’nın çevirisiyle Belge Yayınlarından yayımlanmıştır.

(Günlük Evrensel, 18.12.2022)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN