Post image
Gençlerin okullara tutunma ihtimali azalıyor

 

Z. Ruhsar ŞENOĞLU

Son günlerde öğretmenlere yönelik şiddet eylemleriyle gündeme gelen gençlerimiz ne durumda? Eğitim Danışmanı Nur Erdem Özeren, eğitimin, okulların durumunu da eleştirerek olumsuz bir tablo çizdi. 25 yıldır gençlerle çalışan Nur Erdem Özeren, özellikle lise gençliğinin eğitime olan inançlarını ve umutlarını kaybettiklerini söyledi. “Artık gelecekle ilgili kaygısı da olmayan, hedefi de olmayan bir gençlikle karşı karşıyayız”… Özeren, kısa vadeli çözüm olarak, yaygın ve doğru bir psikolojik destek önerdi.

Özeren, lise ve üniversite öğrencileriyle, ailelerle çalışıyor, eğitim kurumlarına danışmanlık yapıyor. 25 yıllık çalışma hayatında yaklaşık 1 milyon gence seminer, 20-25 bin kadar psikolojik danışmana eğitim vermiş. Son birkaç yıldan beri ilkokul, ortaokul öğrencilerinin ailelerine de danışmanlık yaptığını da belirtti. Sözü kendisine bırakıyoruz:

‘FENOMENLİK’ HAYALİ SUYA DÜŞTÜ  

-Gençlikle ilgili ‘umutsuzluk’ içinde oldukları saptamasını sıkça duyuyoruz. Öyle mi?

Evet! Son 1-2 seneden beri öyle. Pandemiyle birlikte önce uzaktan çalışılan, masa başından yapılan işlerle ilgili bir hayal oluştu gençlerde. Bir kısmı da sosyal medya fenomeni olup da gelecekte ömür boyu para kazanacağını hayal etti. Son zamanlarda bunun gerçekçi olmadığını gördüler ve bu alternatife tutunma durumu da bitti.

Son 1-2 seneden beri kelimenin tam anlamıyla ‘ruhu çekilmiş’ gibi gençlerin. Ben liselilere verdiğim seminerlerde görüyorum, artık gelecekle ilgili kaygısı da olmayan, hedefi de olmayan bir gençlikle karşı karşıyayız.

 

 

‘EĞİTİME İNANÇLARINI KAYBETTİLER’

Bunun iki tane tetikleyicisi var. ‘Ne yaparsam yapayım bir işe yaramayacak’ diye eğitime dair inançlarını ve umutlarını kaybettiler. Eğitim almanın, eğitimli olmanın, üniversite okumanın, gelecekte iş sahibi olmanın bir yolu olduğuna olan inanç azaldı. ‘Okumam şart mı gerçekten’ sorgulaması başladı bir taraftan.

Diğer taraftan da şöyle bir gerçeğimiz var. Bugünün 18 yaşındaki gençleri 20 yıl öncesinin 15-16 yaş olgunluğuna ancak erişebiliyorlar. Şehirlerde yaşayan ve fiziki olarak çok fazla bir aktivite yapmak zorunda kalmayan, her şeyi onun yerine anne babasının yaptığı, hayatla ilgili zorlanarak, çaba sarf ederek bir şey elde etmeyen, ders dışında, okula gitmek dışında herhangi bir faaliyet yapmak zorunda olmayan ve dolayısıyla 15-16-17 yaşına geldiğinde yeterince olgunlaşamamış, hayatın gerçeklerinden uzak, bu yüzden de kaygısı olmayan bir nesil çıktı karşımıza.

‘HAYAL ALEMİNDE YAŞIYORLAR’

Bir grup okumanın yararı yok diye düşünüyor, bir grup da sanki ömrünün sonuna kadar annesi babası onun maaşını ödeyecekmiş gibi sorumluluklarının farkında ve bilincinde değil. İkisini birden yaşayanlar da var. Bu çocuklar çalışmak zorunda olduğunun, meslek sahibi olmak zorunda olduğunun, kendine yatırım yapması gerektiğinin farkında değiller. Hayal aleminde yaşıyorlar, gerçeklerden çok uzaklar. Her iki grubun da bugünle ilgili umudu yok. Öyle olunca eğitime, eğitim sistemlerine, okullara olan tutunma ihtimali azalıyor çocukların. Açık liseye geçenlerin oranı artıyor, üniversiteyi bırakanların oranı artıyor. Eğitim sisteminin içinde durmaya gerek duymuyor çocuk. Bunda eğitim sisteminin yarattığı katma değerin düşük olmasının da etkisi var. Üniversitelerin içi o kadar boşaltıldı ki, çocuğun üniversite okumasına gerek var, demeye diliniz varmıyor. 200 tane görünüyor ama 30 tane üniversite var Türkiye’de. Birçoğunda unvanlar öylesine dağıtılmış ki akademik altyapısı olmayan insanlar doçent olmuş, profesör olmuş, doktor unvanı almış. Çocuk gittiğinde ondan bir şey alamadığını görüyor zaten. Böyle böyle eğitimden uzaklaştı çocuklar.

‘BEDEL ÖDEMİYORLAR SINIRSIZ DAVRANIYORLAR’

Genelde bizim çocuklarımız 18 yaşına gelene kadar yaptıkları hataların bedellerini ödemezler. Derslere gitmiyor, devamsızlık yapıyor, okuldan atılmıyor. Derslerde başarısız oluyor, sınıfta kalmıyor. Öğretmeni dövüyor, sadece şikayetçi olundu diye uzaklaştırma alıyor. Bir dur ihtarı gibi herhangi bir şeyle karşılaşmayan çocuk çok daha sınırsız davranıyor.

‘AİLE HUZURU HER YERDE AZALIYOR’

-Ailelerde ve toplumda da psikolojik sorunlar arttı mı?

Herkesin psikolojisi bozuk.

Bir kere Türkiye’nin en zengin yüzde 10’luk, 20’lik kesimi dışında herkesin ekonomik olarak çok zorluk yaşadığı bir dönemden geçiyoruz. İşsiz insanlar, borçlu olan insanlar var. Aile huzuru her yerde azalıyor.

Ekonomik zorlukların etkisiyle hem annenin hem babanın çok daha uzun saatler çalışması nedeniyle eskisi gibi aile olmak için gerekli zamanları kısıtlı oluyor. Ailedeki herkesin kendine vakit ayırabilecek ve onu finanse edebilecek gücü yok. Herkesin psikolojisi birincisi bundan bozuluyor.

‘DEĞER KAVRAMININ İÇİ BOŞALTILDI’

O çocukların gördüğü, etkilendiği ‘eğitimli olmanın karşılığını alıp almama’ durumu yetişkinlerin de gördüğü bir şey. Herkes kolay yoldan para kazanmanın, eğitime gerek kalmadan kendi yolunu bulmanın peşinde olduğundan, emek vermek, saygın insan olmak, itibar sahibi olmak önemini ve değerini daha da yitirdi. 80’lerde 90’larda da çok farklı değildi ama yozlaşma artık had safhada ve insanlar saygın insan olmayı, vicdanlı iyi insan olmayı önemsemeyi, her geçen gün terk ediyorlar. Para kazanmak için her şey mubah görülüyor. Bunların da etkisiyle insanların değerleri kayboldu. Değer kavramı, doğrudan dinle eşleştirilerek konuşulan bir şey haline geldi, içi boşaltıldı.

Bütün bunların yanında sürekli bir gerginlik içerisindeyiz. Huzurlu bir toplumumuz yok. Herkesin bir karşı tarafı var ve herkes karşı tarafla gerginlik içerisinde. Bu çok tipik. Bunun çocuklara yansımaması mümkün değil.

‘HEPİMİZ GELECEK KAYGISIYLA DOLUYUZ’

Son bir şey daha söyleyeyim. Kendi yaşadığı şeyleri çocuğunun yaşamasını istemeyen, benden artık geçti deyip de çocuğunun geleceğiyle ilgili kaygı duyan insanlar, bu kaygıyı giderebilecek bir eğitim sistemine de bu kaygıyı giderebilecek bir gelecek umuduna da sahip değiller. Yani çocuklar ve gençler için söylediğimiz şeyin aynısı anne babalar için de geçerli. Hepimiz gelecek kaygısıyla doluyuz. Herkesin kendi ve çocuğunun geleceğiyle ilgili kaygı seviyesi had safhada. O kaygı seviyesiyle çok daha stresi yüksek, gerginliği yüksek, psikolojisi bozuk bir toplum oluyor. Bir de üstüne insanlar sizin, bu tip şeylerle verilen tepkilere bir bedel ödetmediğinizi, kadın cinayetine, sokakta birisini vurmaya; altı ay, bir sene, iki sene yatıp çıkarttığınızı görünce, suçun önüne geçebilecek bir şey mekanizma da kalmıyor.

Suçun önüne geçmek iki farklı yöntemle mümkün. Bir tarafta psikolojik anlamda bir çözüme ihtiyaç var. Bir tarafta hukuki anlamda çözüme ihtiyaç var. Bizde ikisi de yok.

‘ÇÖZÜM LİYAKATİ VE ADALETİ GERİ GETİRMEK’

-Acil çözüm olarak ne yapılabilir? Köklü değişiklik ne olabilir?

Aslında çok basit değişiklikler. Ülkenin ekonomisinin düzelmesi için de ihtiyaç olan şey aynı. Ben bazen arkadaşlarıma şöyle örnek veriyorum, diyorum ki düşünsenize Tayyip Erdoğan yarın liyakati ve adaleti geri getirdi, yüzde 70 oyla 20 sene daha iktidarda kalır. Adaleti ve liyakati geri getirdiğiniz anda insanların eğitimle ilgili yapmak istediği yatırımlara verdiği önemi arttıracaksınız otomatik olarak. Eğitimin değeri artacak.

Adaleti gerçekten tecelli ettirdiğinizde, gerçekten sadece suçlunun ceza aldığını, suçlunun da gerçekten hak ettiği cezayı aldığını insanlar gördüğünde, caydırıcı bir mekanizma haline gelecek. Şu anda insanlar işlenen suçların bedelinin ödendiğini düşünmüyor. Suç mu değil mi diye tereddüt ettiğiniz şeylerin bedelini ödediğiniz bir ülkede yaşıyorsunuz. Böyle olunca ne oluyor? Konuşurken temkinli davranıyorsunuz ama fiziki şiddetle ilgili konularda bedelinin çok ciddi ödemediğini görüyorsunuz. Gerçekten caydırıcı cezaların verilmesi, birinci adım bu olmalı. İkincisi liyakatin geri dönmesi.

 

‘HER AİLE SAĞLIĞI MERKEZİNDE BİR ODA VERİLSİN’

Nur Erdem Özeren, “Psikolojik danışmanlık-ruh sağlığı hizmetinin beden sağlığı gibi erişilebilirliğinin arttırılması gerekir” dedi. Özeren, okullarda rehber öğretmen sayısının artırılmasının yanı sıra her aile sağlığı merkezinde birer odanın psikolojik danışmanlar için ayrılması gerektiğini söyledi.

Ancak Özeren, öncelikle ‘ruh sağlığı yasası’ çıkarmak gerektiğini belirtti ve şöyle konuştu:

“Ruh sağlığı alanında farklı çalışanlar var; okullarda görev yapan psikolojik danışmanlar, psikoloji mezunları, psikologlar, psikiyatristler. Ruh sağlığı yasası için bu gruplar bir araya gelmeli.

“Ruh sağlığı hizmeti veren insanların görev çerçevesi doğru çizilmeli. Kim psikologla temas kurmalı, kim psikolojik danışmanla temas kurmalı, hangi çerçevede o temas kurulmalı, psikiyatrist ne zaman devreye girmeli, bunun bir sınırının çizilmesi gerekiyor. Sistemlerin yeniden ele alınması ve kurgulanması gerekiyor.

“Bütün bunların topluma da anlatılması gerekiyor.

“Ayrıca mesleğin gerçekten layıkıyla yapılıp yapılmadığının, bir mekanizma kurularak denetlenmesi gerekiyor. Manipülasyona çok açık bir alan, kime sorsanız aile danışmanı, kime sorsanız çift terapisti… Eğer böyle yapılmadan ruh sağlığı hizmeti yaygınlaştırılırsa, ruh sağlığını düzeltmek yerine daha derin yaralar açarız insanlarda.”

‘OKULLARDA REHBERLİK ÇOK YETERSİZ’

Özeren, okullarda psikolojik danışmanlık, rehberlik konusunun ‘yok’ denecek düzeyde olduğunu dile getirdi:

“Okullarda psikolojik danışmanların iki tür görevi var: biri, öğrencilere birebir danışmanlık yapmak, önleyici hizmet şeklinde öğrencilerin psikolojik destek ihtiyaçlarını tespit edip onlara dokunmak. Diğeri, haftalık rehberlik saatlerinde öğrencilere psikolojik danışmanlık çerçevesinde anlatılması gereken şeyleri anlatmak.

“7-8 ve 11-12. sınıflar tamamen sınav odaklı olduğundan, o dersler kaynıyor. Resim, müzik, beden eğitimi dersleri için de geçerli. 8’de ve 12’de hiçbiri yok zaten. 7’de ve 11’de seyreltilmiş olarak yapılıyor.

“Her okulda 250 öğrenciye bir rehber öğretmen olması gerekiyor. O bile yetersiz. 500 öğrenciye hatta 750 öğrenciye bir rehber öğretmenin olduğu yerler var. Ya da rehber öğretmene, aynı ilçe içinde iki ayrı yere görevlendirme yapılıyor. İki gün bir yere gidiyor, bir gün bir yere gidiyor. Haftanın 3-4 günü okulda rehber öğretmen bile yok. Rehber öğretmen problem çıkmadıkça öğrenciyi belki de hiç tanımıyor, öğrenciye temas kuramıyor.

“Psikolojik danışmanlar derse girmiyor diye okulun memuru gibi, müdür yardımcısı gibi çalıştırılıyor. İş yükü nedeniyle, gerçekten o psikolojik desteğe ihtiyacı olan öğrenciyi tespit etmekte, onunla temas kurmakta zorlanıyorlar.

“Odasına girip kapısını kapatıp oturan psikolojik danışmanlar da var. Öğretmenliği gerçekten ideal uğruna seçen, saat onda değil de sekiz buçukta okula giden, altıya kadar orada duran, bulunduğu süre içerisinde de harıl harıl çalışan psikolojik danışmanlar da var.

“Öğretmenlerin de muhteşem olduğunu söylemek doğru değil Türkiye’de ne yazık ki. Ama bu da bir eğitim politikasıydı, iktidar politikasıydı. Bilerek, isteyerek böyle bir öğretmen nesli yetiştirildi.”

GENÇLERİ, SANATLA SPORLA KORUYABİLİRİZ

Özeren, özellikle ergenlik çağında gençlerin sanatla ve sporla uğraşmasının önemini de vurguladı. Sınav odaklı eğitim sisteminin gençleri psikolojik danışmanlık desteğine ihtiyaç duyacak noktaya sürüklediğini ifade eden Özeren, şöyle sürdürdü:

“Müzik aleti çalan, spor yapan gençlere baktığınızda yüzlerinin pırıl pırıl olduğunu görürsünüz. Bunları yapmayan bir gencin sosyal medyayla daha fazla vakit geçirmesinin, sigara içmesinin, alkolle, uyuşturucuyla, erken yaşta tanışma ihtimalinin çok daha yüksek olduğu gerçeği vardır.

“Sanatla, sporla ilgilenmek demek, öğretmenler başta olmak üzere farklı yaş gruplarından insanlarla temas kurmak demektir. Onların olduğu yerde kontrol mekanizması olur. O yüzden genç, kötü alışkanlıklara doğru kolay kolay gitmez. Ama arkadaşlarının dışında bir kontrol mekanizması yoksa ve sanat gibi, spor gibi stresini atabileceği şeyler de yoksa öfkesi beslenir, tetiklenir. Sosyalleşemeyen, sporla, sanatla, müzikle ilgilenmeyen ve bu yüzden de akıl sağlığını ve ruh sağlığını iyileştiremeyen bir gencin sonunda ya kendisine ya da etrafına zarar verdiğini görürsünüz.”

(Aydınlık, 17.05.2024)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN