Post image
Grange yeni romanı Cehennem Diskosu ile döndü

 

Elif TANRIYAR

Çok satan polisiye yazarı Jean-Christophe Grange, yeni romanı Cehennem Diskosu ile okuru 1980’lerin başında Paris’in diskolarına davet ediyor. Yazarın yeni gerilim dizisi Güneşsiz’in ilk cildi olan ve Doğan Kitap’tan çıkan roman, polisiye kılığında, bir toplumsal portre sunuyor.

Paris, 1982… Champs-Elysees’den Montparnasse’a uzanan caddeler, o yaz başka bir titreşimle atıyordu. Dönemin gözde kulüpleri Le Palace’ın merdivenlerinden aşağı inen topuk sesleri, Les Bains Douches’un ağır parfüm kokusuna karışan tütün dumanı, şehirdeki herkesin genç, yenilmez ve sonsuz hissettiği bir zaman… Ama her ışığın ardında bir gölge vardır; burada da gölge, yeni adı konmuş, ama çoktan korkusu yayılmış bir hastalık: AİDS. Basının “gay kanseri” diye manşetlere çektiği bu salgın, görünmeyen bir ölüm dansını başlatmıştı.

İşte kült yazar Jean-Christophe Grange, bu dönemin hem büyüsünü hem de korkusunu aynı hikayeye sığdırıyor: Cehennem Diskosu, polisiye kılığında, bir toplumsal portre. Cinayetler zincirinin merkezinde, disko topluluklarının ışıklı sahnesinden morgun soğuk odalarına uzanan keskin bir yolculuk var. Bizde Doğan Kitap tarafından yayımlanan, Grange’nin yeni gerilim dizisi Güneş’in ilk cildi olan Cehennem Diskosu (Fransa’da 15 Ocak 2025’te yayımlandı) ile yazar, kendine has karanlık ve büyüleyici evrenine dönüyor.

Grange, romanını üç karakterin kesişiminde kuruyor. Daniel Segur, genç bir doktor… Mesleğinin soğukkanlılığı ile insani kırılganlığı arasında ince bir çizgide yürürken, en hassas hastalarından biri olan (dikkat çekici bir yakışıklılığa sahip, seri halde sevgili değiştiren, hızlı gecelerin prensi, yakalandığı AİDS nedeniyle son günlerini yaşayan eşcinsel genç) Federico’yu korkunç bir işkenceyle öldürülmüş halde buluyor. Bu an, Segur’un hayatında bir kırılma yaratıyor. Onun gözünden, yalnızca tıbbi bir vaka değil, toplumun derin önyargılarıyla örülü bir trajedi izliyoruz. Segur, aynı anda hem şahit hem de vicdanın sesini dile getiriyor bu öyküde.

Patrick Swift ise dosyalarıyla yaşayan, görünürde temiz yüzlü, sakin görünümlü ve stiline dikkat eden bir polis. Ama Grange, bu sakinliğin altına bastıkça, geçmişin gölgeleri ve kişisel kırılmalar ortaya çıkıyor. Swift, cinayetleri çözmeye çalışırken, içindeki karanlıkla da yüzleşmek zorunda kalıyor.

Heidi ise belki de bu öykünün en sıradışı ve karmaşık karakteri. Soğuk güzelliğiyle dikkat çeken bu lise öğrencisi genç kız, Federico’nun en yakın arkadaşı. Güney Amerika kökenli, politik sürgünlüğün yaralarını taşıyan, keskin zekalı ve dirayetli. O, hikayenin politik damarını temsil ediyor; cinayetler, onun hayatında yalnızca bir kayıp değil, yıllardır mücadele ettiği adaletsizlik zincirinin halkası.

Grange, üç karakteri, gece kulüplerinin disko toplulukları kadar renkli, ama aynı zamanda ölüm kadar soğuk bir ortamda bir araya getiriyor.

Swift, bu korkunç cinayetin arkasında Heidi ve Federico’nun yatak sırlarıyla şantaj yaptığı toplumun ileri gelenlerinden bir dizi ismin olduğundan şüphelenince macera da başlamış oluyor. İlk cildin sonu ise görkemli bir kapanış yaparmış gibi yaparken, son anda asıl sırrın (bizde de gelecek ay yayımlanacak olan) serinin ikinci cildinde saklı olduğunu ifşa ederek gerilimi ve merak duygusunu iyice tırmandırıyor. Öte yandan Grange, yalnızca karakterlerini değil, dönemin Paris’ini de bir roman kişisi gibi işliyor. Geceler, ritmin peşinde koşan binlerce ayak; sabahlar, boşalmış şampanya şişeleri ve terk edilmiş sevgililerle dolu.

Romanda ön plana çıkan gece kulüpleri ise dönemin gerçekten de ışıltılı mekanlarından oluşuyor. Le Palace, 1 Mart 1978’de Fabrice Emaer tarafından açılır ve kısa sürede Paris gecelerinin en etkili ve seçkin mekanlarından biri haline gelir. Kulüp, 1980’lerin başlarına kadar Paris’in yaratıcı ve modaya dair zihinlerinin buluşma noktası olur; ardından 1990’larda kapanıp daha sonra tiyatro ve konser mekanı olarak yeniden canlandırılır. Les Bains Douches ise ilk olarak 1885’te kurulan bir hamam olarak hizmet verir, ancak 1978’de Philippe Starck tarafından tasarlanan yenilenmiş dekoruyla kulübe dönüştürülür ve hemen Paris’in kült mekanlarından biri olur.

 

 

Polisiye kılığında toplumsal yüzleşme

Ama bu ışıltının altında, sessiz bir korku büyümektedir. Hastalık, yayılan söylentilerle daha da tehlikeli bir hale gelir. Bir bakış, bir temas, bir öpücük… Her şey şüpheye dönüşür. Ve bu korku, romanda cinayetlerin üzerine karanlık bir örtü gibi serilir.

Cehennem Diskosu, klasik bir polisiye gibi başlıyor: Cinayet, soruşturma, iz sürme… Ama Grange, ipuçlarını sadece katile değil, dönemin ruhuna da götürüyor. Cinayetler, önyargılarla beslenen bir nefretin dışavurumu; soruşturma ise sadece suçluyu değil, toplumun kör noktalarını da ifşa ediyor. Okur, sayfaları çevirirken, Grange’nin üslubunun sinematografik gücünü hissediyor. Dans pistindeki ışıkların altındaki ter damlaları, bir anda morgun soğuk metaline dönüşüyor. Eğlencenin ritmi, cinayetin kalp atışıyla aynı anda geliyor.

Grange, Cehennem Diskosu ile yetinmiyor. Serinin ikinci kitabı Gölgelerin Kralı, hikayeyi Paris’in gece kulüplerinden çıkarıp Cezayir’in tozlu sokaklarına, Afrika’nın derin ormanlarına taşıyor. İlk kitapta tanıdığımız karakterler, bu kez yalnızca bir seri katilin değil, sınırları aşan bir kötülüğün peşine düşüyor. Soruşturma, kıtanın gölgelerine doğru uzanırken, cinayetler de daha karmaşık, daha ölümcül bir hal alıyor.

Cehennem Diskosu, yalnız bir gerilim romanı değil; bir dönemin ışık ve gölge oyununu yansıtan edebi bir ayna. Grange, dans pistinde başlayan hikayeyi, okurun zihninde yankılanacak bir ağıda dönüştürüyor. Bu, hem bir suç hikayesi hem de bir çağın vicdan muhasebesi…

Güneşsiz 1 – Cehennem Diskosu/ Jean-Christophe Grange/ Çeviren: Işıl Özgüner/ Doğan Kitap/ Roman/ 408 Sayfa

(Oksijen 02, 15.08.2025)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN