Post image
Hotel Mumbai: Çıplak ayaklı prens

Tuğçe MADAYANTİ DİZİCİ

Bu hafta sürpriz çarpıcılıkta bir film vizyona girdi, Hotel Mumbai. 2008 yılında Hindistan’da Mumbai şehrinde pek çok mekanda az zaman farklı ve eş zamanlı gerçekleşen korkunç terör saldırılarının bir ayağı olan Taj Mahal Otel’e odaklanan bu film gerçek olaylara dayanmakta ve özellikle de Surviving Mumbai isimli belgeselden ilham almakta.

MUTLAK KÖTÜ

Avustralyalı film yönetmeni, yazar ve yapımcı Anthony Maras bu ilk uzun metrajında iyi yazım teknikleri ve kurgulama başarışı göstermiş, filmi izlerken ilginiz, heyecanınız kolay kolay eksilmiyor. Filmin senaristlerinden olan Maras’ın en büyük başarısı Pakistanlı Müslüman 10 teröristin kulaklıklarla aralarında iletişim kurmalarını ve esas önemlisi hepsinin, onlara yol gösteren lider ile sürekli iletişimde tutması, dolayısıyla seyirciyi de. Yani tüm bu olayları yöneten kişinin sesinin aralıklarla ‘mutlak kötü’ olarak teröristlere konuşması, onlara yön vermesi, tereddüte kapıldıkları anda onları ölüm makinası yerine koyarak korkunç bir şekilde motive etmesi.

MUTLAK İYİ

Terörün şiddeti karşısında otel çalışanlarının – ki isteseler terk ederlerdi oteli – kahraman bir şekilde konukları kurtarma çabası olmasa muhtemelen ölü sayısı çok daha fazla olacaktı. Şef Hemant Oberoi, kendisi gerçek bir karakter, ve Dev Patel’in canlandırdığı kurgu karakter olan garsonun hayatlarını riske atışları ‘mutlak iyilik’ olarak düşünülebilir. Filmde naif, çalışkan, mahcup, onurlu karakteri ile adeta benim gözümde yıldızlaşan Dev Patel’in olaylardan önce ayakkabısını kaybettiği için birkaç numara küçük ayakkabı giyerek işe başlaması filmin ayrı bir dram damarı ve bu beni çok etkiledi hatta ağlattı. O oteldeki konukları kurtarmak için canı pahasına çabalarken, benim aklım onun ayaklarında kaldı. Onun için canlandırdığı karakter benim gözümde; çıplak ayaklı prens.

TERÖRİST TERÖRİSTTİR

Görmediğimiz, ama film boyunca sesini duyduğumuz liderleri tarafından kumanda gibi kontrol edilen 20’li yaşlarındaki fanatik, askeri eğitimli terörist kuklalar, yoksul hayattan çıkmış, zengin ve Müslüman olmayanlara karşı nefretle eğitilmiş, öldürdüklerini insan olarak görmeyen birer canavar. Baş kötü olan liderlerinin sesini duydukça bin kere içinizden ‘teröre lanet olsun’ diyorsunuz. Filmin bu noktada benim en sevdiğim tarafı, teröristlerle empati kurmamız için uğraşmaması. Vurulan bir teröristin ailesini arayıp, onu terörist olarak eğiten kişilerin söz verdikleri gibi ailesine para ödeyip ödemediğini öğrenmek istediği sahnede, seyirci olarak tam tuzağa düşüp ona acımamızı sağlayacak bir sahneydi. Ancak tam ona acıyabilecekken, çıplak ayaklı prens dediğim garsonun aynı bu terörist gibi, adaletsiz, ırkçı, ayrımcı, zor, çaresiz ve fakir bir hayattan gelmesine rağmen terörist olmamasının akılcı ve duygusal ağırlığı buna fırsat vermedi. Artık teröristleri anlamamız için çabalayan, onların büyük kötülüğün kullanılan çaresiz parçaları olduğunu düşündürten filmler izlemeye dayanamıyorum. Onlar sadece kötü ve bozuk. Sophokles’in dediği gibi, “Bozulduğu zaman insandan daha korkunç yaratık yoktur.” Bir tecavüzcü ile nasıl empati kurmak istemiyorsam, caretta carettanın bile boğazını bıçakla kesebilen birini nasıl anlamak istemiyorsam, teröristlerle de empati kurmak istemiyorum.

Ve sinemanın liberal bir dille bunu yapmasını da iki yüzlü ve üstünkörü buluyorum. Ne korkunç bir dünyada yaşadığımıza dair delil niteliği taşıyan filmlerden biri olan Hotel Mumbai’yi izlemenizi tavsiye ederim.

(Birgun, 23.06.2019)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN