Post image
İnsan olmanın dayanılmaz ağırlığı: ‘Kirliydi Kar’

 

Ferda FİDAN

Edebiyat dünyasındaki ünü Sherloch Holmes ve Hercule Poirot‘nun ününe ulaşan Komiser Maigret’nin yaratıcısı Belçikalı yazar Georges Simenon (1903/1989) her şeyden önce tam bir edebiyat fenomenidir: 200’e yakın roman ve 158 kısa öyküye imza atmış, tüm dünyada bugüne kadar yaklaşık 600 milyon kitabı satılmış ve yapıtlarından sayısız film, tiyatro ve televizyon uyarlaması yapılmıştır. Psikolojik polisiye türünün en etkileyici örneklerinden sayılan Maigret romanlarını salt eğlenmek için yazmış olduğunu söyleyen Georges Simenon, asıl yeteneğini insanlık durumunun karmaşıklığını gösteren ve “sert romanlar” ya da “kader romanları” diye bilinen diğer yapıtlarında ortaya koymak istemişti.

Kirliydi Kar (Çeviren: Ümit Moran Altan/ Everest Yayınları) böylesi başyapıtlarından biridir. Kriz içindeki bir evrende bireyin sorumluluğunu ve eylemlerinin ne derece özgür olabileceğini sorgulayan eser, varoluşçu akımının da bir parçası olarak kabul edilebilir. “Ben yazdıklarımda hep insanı anlamaya ve anlatmaya çalıştım (…) Tek istediğim insanların beni okuması çünkü bu benim onlar hakkında yanılmadığım anlamına gelir” diyen, inanılmaz hümanist kişiliğine ve yazarlık dehasına Faulkner’den Gide’e, Miller’den, Capote’ye dünyanın en büyük yazarlarının saygı duruşunda bulunduğu Georges Simenon ‘un bugüne kadar dilimize yeterince çevrilmemiş olmaması da yayımcılık dünyası açısından anlaşılması epey güç ve düş kırıcı bir gerçektir!

KARDEŞİ CHRISTIAN’IN İDAMI VE SUÇLULUĞUN ROMANI!

Georges Simenon’un en başarılı romanlarından, 1948’de 10 gün gibi rekor bir sürede, her gün bir bölüm yazarak tamamladığı Kirliydi Kar\ (Çeviren: Ümit Moran Altan / Everest Yayınları) kardeşi Christian’m Çinhindi Savaşanda öldüğünü öğrendikten sonra yazmıştır.

Belçika’da faşizan bir partiye üye olduktan sonra adı Charleroi bölgesinde işlenen bazı cinayetlere karıştığı için Christian Simenon ceza mahkemesi tarafından gıyabında idama mahkûm edilir. Bunun üzerine gizlice Fransa’ya geçerek, o sırada Paris’te bulunan Georges Simenon’dan yardım ister. Simenon da dostu Andre Gide’nin de yönlendirmesiyle kardeşine Fransız Yabancı Lejyonu’na katılmasını salık verir.

Bu fikre uyarak lejyona yazılan kardeşi bir süre sonra tüm bölüğüyle birlikte gönderildiği Çinhindi Savaş’ında ölür. Simenon’un bu acı haberin ardından yazdığı Kirliydi Kar bir suçluluk romanı gibi okunabilir. Zira yazar istemeden de olsa kardeşini kendi eliyle ölüme göndermiş olduğu fikrine kapılarak Amerikan kara romanlarını andıran bir yapıt ortaya çıkarmıştır:

Yapıt totaliter bir güç tarafından işgal altında tutulan bir ülkede, karlar altında, birtakım tehlikeli örgütlerin bir arada yaşadığı, birbirine karıştığı ya da savaştığı kasvetli bir atmosferde, direnişçiler, kaçakçılar, muhbirler ve milislerin kol gezdiği karanlık sokaklarda geçer. Yüzeyde her şeyin sakin göründüğü, herkesin herkesten şüphelendiği, ama şiddetini özenle gizleyen bir dünyadır bu.

KABA, ZALİM, GÖSTERİŞÇİ, BOŞ GEZEN FRANCK FRIEDMAYER!

Ana karakter 19 yaşındaki Franck Friedmayer, savaş yıllarının kıtlığı ve dehşeti içinde donup kalmış, adı açıklanmayan bir Avrupa kentinde, işgal güçlerinin uğrak yeri olan genelevin sahibesi Lotte’nin oğludur.
Kaba, zalim, gösterişçi, boş gezen, hayatta hiçbir amacı olmayan genç adam, annesinin pansiyonerleri emrine amade olduğu için sadece sefahate odaklı, savruk bir gençlik yaşayarak serserilik yapmakla övünmektedir.
Ama bununla yetinmesi olanaksızdır! Sırf gerçek bir gangster olmak istediğinden bir işgalci subayı öldürmeye karar verir: “Öyle bir an gelir ki, aslında çoktan verilmiş olduğunun farkında olmadığımız bir kararı vermek, hem kaçınılmaz hem de doğal görünür”.

O günden itibaren zincirleme olarak, üst üste işleyeceği ağır suçlarla kendini, artık dönüşü olmayan bir yolda, boğazına kadar kötülüğe batmaya mahkûm edecektir. Dünyada bir yer, bir kimlik ararken amacına en iğrenç yollardan ulaşabileceği sanrısına kapılmış, yaşadığı karmaşık evreni ve insanları anlamakta güçlük çeken bir gencin öyküsüdür bu.

Her ne kadar başkalarının hayatını çok merak etse de haklarında hiçbir şey öğrenemeyeceğinin bilincindedir.

Ona her bireyin hayatı bir sis perdesi ardında gibi gözükür. Romanda yaşamın bu boyutu Franck’ın kendi kendine sorduğu yanıtsız sorularla ifade edilir.

Nedenini anlayamadığı bir şekilde sıklıkla komşusu tramvay şoförü Gerhaldt Holsf’un genç ve masum kızı Sissy’yi düşünür. Baba kızın yalnız yaşadıklarını bilen Franck şu soruya yanıt bulamaz: “Kimseyle görüştükleri ya da konuştukları yok… Aralarında ne konuşuyor olabilirler ki?”

VAROLUŞÇU BİR BAŞYAPIT!

Kirliydi Kar, Georges Simenon un en sert romanlarından ve aynı zamanda insanlığının gizeminin tüm karmaşıklığıyla ortaya çıktığı başyapıtlarından biridir. Kriz içindeki bir evrende bireyin sorumluluğunu ve eylemlerinin ne derece özgür olabileceğini sorgulayan eser, bu açıdan varoluşçu akımının da bir parçası olarak kabul edilebilir.

“Ben yazdıklarımda hep insanı anlamaya ve anlatmaya çalıştım” diyen Simenon’un bütün romanları gibi Kirliydi Kar, “insan olmanın zor zanaat olduğu” ana fikrini yansıtır ve insan psikolojini irdelerken Freud’dan çok Alfred Adlef’in doğrultusunda giderek insanoğlunun değişmezlerinden birinin suçluluk duygusu olduğunu belirtir.

İnsan oldukça zayıf ve kırılgan bir varlıktır ve yapmak istediklerini ve yapmasını gerekenleri hep ertelediği ya da eksik bıraktığı için bu duygudan sıyrılmayı beceremez. Oysa bu duygu insanı boş yere yoran, bitkin düşüren ve önlemez biçimde en feci sonuçlara doğru sürükleyen bir duygudur. İşte bu yüzden Simenon kişisel motto olarak şu tümceyi seçmiştir: ‘Anlamak ve yargılamamak”. Zira onun gözünde suçlu diye bir şey yoktur ve romanlarında sadece kurbanlar vardır. Ayrıca insan ruhunu kemiren korkunç bir duygu daha vardır ki bu da aşağılık kompleksidir.

Franck Friedmayer’in kişiliğinde de bu iki negatif duygu iç içe geçmiştir. Kendini değersiz hisseden bireylerin kaderlerinden sıyrılmaya çabalarken düştükleri trajik tuzakları anlatır Simenon: “Hayatının büyük bir kısmını -ah, çok büyük bir kısmını!- neredeyse kişisel bir nefretle kaderden nefret ederek geçirmişti, ona meydan okumak, onunla boğuşmak için …” Ne ki, hiç beklenmedik bir anda, kader Franck’a bir armağan sunacaktır…

SİMENON: TEK İSTEDİĞİM İNSANLARIN BENİ OKUMASI ÇÜNKÜ..’

İşte bu nedenle “Tek istediğim insanların beni okuması çünkü bu benim onlar hakkında yanılmadığım anlamına gelir” diyen ve inanılmaz hümanist kişiliğine ve yazarlık dehasına William Faulknef’den Andre Gide’e, Henry Miller’dan, Truman Capote’ye kadar dünyanın en büyük yazarlarının saygı duruşunda bulunduğu Georges Simenon’un bugüne kadar dilimize yeterince çevrilmemiş olmaması da yayımcılık dünyası açısından anlaşılması epey güç ve düş kırıcı bir gerçektir! ■

(Cumhuriyet Kitap, 21.03.2024)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN