Post image
Müge İplikçi: ‘Bir kadının kendisi olması en büyük devrim!’

Fotoğraf: Vedat ARIK

 

Mehmet S. AMAN

“Dinleyin” diye başlıyor ilk öykü ve 1450’lere uzanıyoruz Müge İplikçi’nin alegorik anlatının baskın olduğu, kimi felsefi kimi psikolojik çıkarımlarla sorgulamaya yönlendiren Columbus’un Kadınları (Can Yayınları) kitabında. Kitabında Christopher Columbus’un Santa Maria adlı gemisinden yola çıkararak geliştirdiği izlekte, kadınlar arasındaki ilişkileri kadınlar için güçlenmenin önemli bir alanı olarak öne çıkarıyor İplikçi. Ülkesinden binlerce kilometre uzaklıktaki kadınların sosyal ve kültürel alanda yaşadığı çatışmayı ve değişimin hikâyesini anlatıyor.

GİZLİ KAHRAMAN SANTA MARIA!

– İlk olarak Columbus’un Santa Maria gemisinin ağzından bir düş kırıklığı ve ikilemleri okuyoruz küçürek öyküde. Kadınların ana izlek olduğu kitabınızda Santa Maria neler anlatıyor?

Santa Maria tarihin içerisinden seslenerek, alenen “kullanıldım” diyor. Asıl keşfi ben yaptım ama kahraman olamadım… Doğrusu onun özelinde tüm gizli kahramanlara küçük bir hatırlatma yapmak istedim. “Kullanılmaya izin vermeyin kadınlar” demek istedim sanırım…

Santa Maria bir gemi olsa dahi, onun için aranılan bir mesaj varsa, o da olsa olsa budur. Elbette keşiflerin nasıl “erkek elinden” çıkma bir düzmece olduğunu da dile getirmek istedim.

‘KADIN BEDENİ, DİL VE COĞRAFYALAR KEŞİF FİKRİYLE TALAN EDİLDİ!’

– Santa Maria’yı dile getiren “keşif yapma” isteğinin esin kaynağını anlatır mısınız?

Bu kitabı yazdığım sırada Tzvetan Todorov’un Amerika’nın Keşfi kitabını çok yeni okumuştum ve “keşif” fikriyle toprağın, kadın bedeninin, dilin ve farklı coğrafyaların nasıl talan edildiğini bir kez daha düşünme fırsatını yakalamıştım.

Bir yüksek lisans öğrencisiyken, ABD’nin Columbus kentinde bu kitapla buluşmamın bir tesadüf olmadığını biliyordum ve bu etnografik kitabı yazdım.

20. yüzyılın son demlerini yaşarken, kadınların cephesinde değişmiş gibi görünen sömürü dinamiklerine, kimlik, coğrafya, din ve dil üzerinden bakma ve hatta çağımıza yön veren yeni sömürü düzenine temas etme şansı da böyle doğdu. Şans derken kitabı yazmaktan bahsediyorum.

‘KENDİMDE BATILI DİYE DÜŞÜNDÜĞÜM NE KADAR KESKİN ALAN VARSA HEPSİ COLUMBUS’TA ERİDİ!’

– Kitapta son 100 yılını savaşlar ve iç savaşlarla geçiren Tunus, Filistin, İran ve ayrıca Türkiye’den kadınların ortak noktası Columbus. Niçin Columbus? Özel bir nedeni var mı?

Bu kitabı Columbus’ta yazmaya başladım. Orta Batı dedikleri o diyarda… Öte yandan Orta Doğulu yanımı çok net anladığım bir coğrafya oldu Orta Batı ve Columbus. Kendimde Batılı diye düşündüğüm ne kadar keskin alan varsa hemen hepsi orada eridi ve doğrusu erimesinden de hiç şikâyetçi olmadım.

İngilizcemdeki aksan örneğin, bana çok özel bir özgürlük alanı tanıdı. Onların Müslüman, Doğulu, örtülü, aksanlı, çekingen vb. diye tanımladıkları kadın tipinin içimde bir yerlerde gezindiğini hissettiğimde başta çok şaşırdım ama sonrasında bu yanımı da önemsemeye başladım.

Columbus’un Kadınları’ndan sonra yazdığım Kaf Dağı kitabımda anlattığım Pakistanlı kadın bu izleri taşıyan bir kadındı ve bana hiç yabancı değildi. Doğrusu Columbus’un Kadınları sonradan birçok öykümde de karşıma çıkacaktı.

Onların sığındıkları aidiyetler ve bir biçimde soluklandıkları kimi aidiyetsizlikler bana yol gösterdi ve göstermeye de devam edecek. Biraz önce bahsettiğim Yıkık Kentli Kadınlar adlı depremzede kadınlarla yaptığım etnografik kitabımın da esin kaynaklarından biri bu kitaptır.

 

 

AKILLI, DERTLİ, DİRENGEN KADINLAR

– Kitapta bir araya gelen farklı farklı “kadınları” yazarı nasıl tanımlar?

Akıllı kadınlar diyebilirim. Dertli, yaşamın kaç bucak olduğunu görmüş, kimilerini sineye çekmiş, kimilerini dönüştürmeyi başarmış, kendini ve potansiyelini görmüş, çoğu kez sınıfta kalmış, zaman zaman içe dönmüş, zaman zaman kaçmış, bazen saklanmış, bazen sessizce çekip gitmiş, sonra geri gelmiş, ardından tekrar yola koyulmuş kadınlar bunlar.

Kitaptaki beyaz yakalı kadınların öyküleri zaman zaman şansın gerisine düşen öykülerdir. Santa Maria’nın yaşadığı talihsizliğe yakın duruşları olduğu söylenebilir. Varken yokturlar, yapmışken yapmamış sayılırlar. Görünmeleri gerekirken silinirler…

‘KİMLİĞE YASLANMAK YERİNE KİMLİKSİZLİĞİ TERCİH ETMEK FARKLI BİR DİRENİŞ BİÇİMİDİR!’

– Kimliksizliğin baskın olduğu öykülerin ağırlıkta olduğu bir kitap Columbus’un Kadınları. Bu kimliksizliğin ana unsuru nedir?

Özellikle Filistinli Hannah’ın öyküsü, bu hususun altını çizer. Anlatıcıya “Senin dönecek bir ülken var en azından” derken Hannah, hem coğrafyanın kadın için ne anlama geldiğini dile getirir hem de bütün kadınların belleklerinde gezinmesi öngörülen ve farlı direnç noktaları sunabilecek coğrafyasızlığa temas etmemizi sağlar.

Sözünü ettiğiniz bu türden bir kimliksizliğe, özellikle Doğulu kadınların Batı ile verdiği amansız mücadelede, bizzat seçtikleri bir var olma biçimi de denilebilir. Kanımca kimliğe yaslanmak yerine kimliksizliği tercih etmek gerçekten farklı bir direniş biçimidir.

Yıllar önce bu kitabı yazarken bunu düşünüyordum, yıllar sonra farklı bir biçimde Yıkık Kentli Kadınlar kitabımda da çıktı bu karşıma. Bu kimliksizliğin ya da kimliksizliği tercih etmenin ana unsuru, yeni mücadele alanları geliştirme ve ezberleri bozma fikrinden besleniyordu. Aslında bu hiçbir yerdeyim demek değil, hem oradayım hem de buradayım demek. Geçişkenliği temsil ediyor.

– Kadınlar kimliksiz fakat aynı zamanda köklerinden uzak, sıla hasreti çeken kadınlar. Kitabınızın özelinde hem kimliksiz hem de yurt / kültür hasreti çekmeyi nasıl tanımlarsınız?

Bu bir çelişki gibi gözüküyor, değil mi? Bence değil… O kadar net anladığım bir duygu ki bu. Şimdilerde sıkça düşündüğüm “eve dönüş” temasına da göz kırpıyor. Evet, eve döneriz. Ancak yola çıkıp döndüğümüz o ev, yola çıkarkenki ev değildir artık. Çünkü biz değişmişizdir.

Ancak bu, o “evi” deli gibi özlemeyeceğimiz anlamına gelmez. Esasen, döndüğümüz yerin kendi içimizdeki ses olduğunu da bir sonraki seferde anlayacağız.

‘DEVRİMİ ÇOK SEVDİK AMA DEVRİM NEDİR SORUSUNU DA SORMAYA DEVAM EDEREK…’

– “Kovulacağımızı bildiğimiz halde devrimi çok sevdik” diyen Furuğ çıkıyor karşımıza, Tahran’ı özleyen Farah ve İstanbul’u özleyen bir kadının çehresinde. Furuğ’un kadın mücadelesi özelinde “Kaküleli Bir Zaman” öykünüzden yola çıkarak size ve yazınınıza etkisini sorsam, neler söylersiniz?

Furuğ esintisi şu an İranlı kadınlar için çok önemli bir yerde duruyor. Benim için de. Ondaki özgürlük tutkusu ve şiire hayranım. Columbus’un Kadınları’nı yazarken de hayrandım. Şimdilerde İran’da alevlenen hareketin dünyadaki bütün kadınları ateşlediği ortada. Ancak bizim coğrafyamız için bambaşka bir tılsıma sahip olduğu da aşikar.

Evet, devrimi çok sevdik. Ama devrim nedir sorusunu da sormaya devam ederek. Columbus’un Kadınları’nda bunun kadınlar için nereye denk düşeceğini söylediğimi sanıyorum. Bir kadının kendisi olması, ayaklarının üzerinde yükselmesi en büyük devrimdi. Hâlâ da öyle.

– Son olarak yeni çalışmalarınız var mı?

Var ve yaşadığım sürece sanırım hep olacak. Bu da benim kendi çapımdaki devrimim.

(Cumhuriyet Kitap, 24.02.2023)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN