Post image
Nesiller boyu süren bir arayış

Mira’nın Kırmızı Defteri, Yeşim Çağla Ural, Destek Yayınları, 2025

 

Zeynep TÜTÜNCÜ GÜNGÖR

Yeşim Çağla Ural’ın ustalıkla kaleme aldığı dördüncü romanı “Mira’nın Kırmızı Defteri”, Destek Yayınları’ndan çıktı. Geçmişten süregelen içsel çatışmaları, toplumsal dinamiklerle harmanlayarak anlatan kitap, 1950’li yılların Türkiye’sine dair birçok tarihi ve toplumsal gerçekliği de ortaya koyuyor.

Zeynep evliliğinin en zor kararını vermeye çalıştığı sırada onu büyüten anneannesi Şahika’nın felç geçirdiği ve durumunun kritik olduğu haberini alarak apar topar New York’tan Türkiye’ye geliyor. Hastaneye vardığında ise Şahika’nın, torunundan son isteği “anahtar”ı bulması oluyor. Zeynep hangi kilidi açtığını bilmediği anahtarı bulmak üzere Şahika’nın gizemli geçmişine doğru bir yolculuğa çıkmak zorunda kalırken kırmızı deri kaplı bir defter, onun tek kılavuzu oluyor. Başlarda sıradan bir hayat sürdüğünü zanneden genç kadın, anneannesinin karmaşık geçmişiyle yüzleştikçe kendini bambaşka bir hikâyenin ortasında buluyor. Ailesinin geçmişine dair bugüne kadar bildiği her şeyin yavaş yavaş yıkıldığını fark ederken öğrendikleri, derin bir merak ve kafa karışıklığı yaşamasına sebep oluyor. 1950’li yıllarda İstanbul’da başlayan ölümsüz bir aşkın iki nesil süren gizemli tarihini öğrenen Zeynep, iki kadını birbirine bağlayan gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyor. Peşinde koştuğu anahtarın açtığı kapıdan geçtiğinde ise tüm hikâyelerin finali yazılıyor.

Zeynep, ananesinin tek isteği olan anahtarı bulmaya çalışırken aslında kendi hayatındaki soruların da cevabını arıyor. Bu hikâyenin tamamlanması için henüz hayatta olan az sayıdaki tanığı bulmaya çalışan Zeynep, ananesinin günlüğünden ve tanıklardan çok fazla şey öğreniyor. Hikâyenin yan karakterleri, bu gizli kalmış anlam yolculuğunu daha da görünür kılan bir işlev üstleniyor. Geçmişle yüzleşmeyi planladığında günlüğün her sayfasından bambaşka bir bilinmezlik yolculuğuna daha çıkıyor.

Yazarın hem Şahika hem de torunu Zeynep’in ağzından anlattıklarıyla kurguladığı roman, çok katmanlı bir anlatı sunuyor. Şahika’nın travmalarla dolu çocukluğu ve ilk gençliği, yıpranan aile bağları, Turan ile bir araya gelmesinin önünde oluşan engeller ve her anlatıda eksik kalan sırların bir başka anlatıcının hikâyesiyle tamamlanması, okuyucuyu dinamik tutuyor. Yanlış zamanlarda yanlış yerlerde bulunmak nedeniyle parçalanan bir aşkın hikâyesini anlatan kitap, kadersel bir zeminde aşıkları zaman zaman buluştursa da arayışın hiç bitmediği bir yolculuğa çıkarıyor.

“Mira’nın Kırmızı Defteri”, yalnızca bireyin iç dünyasını değil, aynı zamanda toplumsal meseleleri de ele alıyor. 6-7 Eylül 1955’te Türkiye’de yaşayan Rum azınlıklarına karşı yapılan çirkin saldırıları karakterleri üzerinden anlatan kitap, o karanlık günlerin acı dolu hatıralarının daha sonraki yıllarda bile kişilerin hayatlarını nasıl alt üst ettiğini gün yüzüne çıkarıyor. Beyazıt öğrenci olaylarından, dönemin sınıf çatışmalarına ve darbeye kadar pek çok hadise, kitapta incelikle işleniyor.

Şahika’nın yaşadığı acılar, mücadeleler ve saklı kalan sırlar, Zeynep›e yalnızca köklerini değil, aynı zamanda kim olduğunu da sorgulatıyor. Geçmişteki yaşanan olaylar ve kırılmalar, onun bugünkü bağlarını ve kopuşlarını simgeliyor. Sürükleyici ve merak uyandırıcı bu hikâye, bir yönüyle okurun sadece karakterlerle empati kurmasını değil, aynı zamanda toplumsal yapıların insan yaşamındaki varlığını sorgulamasını sağlıyor. Karakterlerin duygusal yolculukları, okuyucunun kendi yaşamındaki çıkarımlarda varoluşunu sağlarken toplumsal dinamiklerin ele alınışı, daha geniş bir perspektifle insanlık üzerine düşünmeyi teşvik ediyor. Yazar, bireyin arayışını toplumsal bir bağlama oturtarak hem bireysel hem de kolektif anlamda bir sorgulama kapısını aralıyor. Bu nedenle, hikâye yalnızca bir anlatı değil, aynı zamanda okuyucuya hem edebi bir haz hem de düşünsel bir derinlik kazandıran bir eser olarak dikkat çekiyor.

“Mira’nın Kırmızı Defteri”, Zeynep’in ya da Şahika’nın bireysel yolculuğundan ziyade nesiller boyunca aktarılan travmaların ve sessizliklerin yaşamları nasıl şekillendirdiğinin bir hikâyesini anlatıyor. Yazar, bu süreci okuyucuya aktarırken insanın kimlik arayışının yalnızca bireysel bir mesele olmadığını, aksine toplumsal, evrensel ve ailevi bağlamlarla derin bir ilişki içinde olduğunu vurguluyor. Gerçeklerin yıkılmasıyla gelen yeniden inşa sürecinde Zeynep’in kendiyle yüzleşmesi, okuyucuyu da kendi sorunlarına ve yaşadığı hayatın temel dinamiklerine bakmaya davet ediyor.

(BirGün Kitap, 14.03.2025)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN