Post image
O çocuklar tek tip giyinirlerdi, ama tek tip değillerdi!

 

 

‘’Çocuk, yetişkinlerin nesnesi değil, hayatın ve edebiyatın öznesidir.’’

Necdet NEYDİM

necdet.neydim@gmail.com

60 ve 70’li yıllar Türk toplumunun henüz çocuk toplum olduğu, seyrettiği filmleri ne kadar ağlattığıyla ölçerek değerlendirdiği, yine de kendi içinde çok sevimli, sevgi doluluğu sürdürebildiği yıllardı, ancak o yıllar birbirine yabancılaşmanın, yabancılaştırılmanın başladığı yıllar olarak da tanımlanabilir.

Tolga Gümüşay, bugüne kadar yazdığı metinlerde daha çok ergen yaşamına tanıklık etmiştir ve bu henüz yeterince gelişmemiş bu alana dönük çok değerli bir katkıdır.

6 Yıl Tam Pansiyon ve Hazırlıksız özellikle yatılı okul yıllarını anlatır ki, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınfı’nın ardından gelen nitelikli ve nesnel tanıklık içeren metinler olarak önemlidir.

70 Lİ YILLAR NASIL BAŞLADI?

Yıl 1971 daha henüz başlamış. Üç ay bile geçmemiş. Bir muhtıra verilmiş. Muhtıra verenler şöyle demiş: ‘’Türk toplumunun sosyolojik gelişmesi ekonomik gelişmenin önüne geçti.’’ Bu bir övgü cümlesi olarak söylenmemiş. Aksine tehlikeli olarak tanımlanmıştır ve bu uyarıyı emir sayanlar toplumu, az önce çocuk diye tanımlanan toplumu daha da saflaştırmak için kolları sıvamışlar.

Bu olaydan bir yıl sonra bu kitabın (6 Yıl Tam Pansiyon/ Tolga Gümüşay/ Günışığı Kitaplığı) kahramanı dünyaya gelmiş. Büyüme sürecinde yaşadıklarını bize içerden, gerçek ve görselleştirici bir dille anlatmış.

İçerden (ben anlatım) anlatmak çoğu zaman zordur. Anlatıcı bildiği olayları anlatırken ancak tanık olduklarını doğrudan anlatabilir. Görmediklerini sanki oradaymış gibi anlatan ben anlatımcılar büyük yanlışlar yaparlar. Çocuk edebiyatının en büyük onulmaz hastalıklarındandır bu durum.

Yazarımız anlatımında hiç öyle bir yanlışa düşmüyor ve tanıklığı gerçek üzerinden paylaşıyor. Böyle olunca metinle iletişim kolaylaşıyor okuma yolculuğu keyif kazanıyor.

 

 

CEPLERİNE ÇİCEK DOLDURAN ÇOCUK

O çocuk hayatı kendince üç boyutta ele alıyor. Somut olan, yaşanmakta olan dünya rüyalar, aynanın karşısında varlığını sorgulayan çocuk.

Yaşamakta olan dünya süreç içinde bilgi ve bilince ulaşılıyor olsa da, o dünya çocukluğun masumiyetini ortadan kaldırıyor. Yazar, bu duyguların farkına varılmış bir yerden, yetişkinlikten sesleniyor bunu söylerken.

Rüyalarda en hoş yan Allah Baba’yla konuşması ve onun pamuk gibi biri olması, yasakların ise rüyalarını hiç doldurmaması, özgürlük sunması sağlıklı bir çocukluğun tanıklığı yaptırıyor.

Aynada kendini sorgularken çocuğun derin felsefeye nasıl daldığını anlatırken sonunu başka anne babanın çocuğu olmadığı için mutluluğunu yansıtması sevgi dolu bir dünyada yaşadığını onun da bize armağan edildiğini anlatıyor.

BOZACI

Çocukluğumda sesini özlemle beklediğim kişiydi benim bozacı. Aynı tanıklık ilginç bir olayla yansıyor. Çocuk bozacının çocuğuna pul koleksiyonu gönderiyor. Ne ilginç değil mi? İnsanlar o dönemde pul biriktiriyordu, çünkü mektup vardı. Hani telefonla görüşmek istese saatlerce bağlanmayı bekliyordu.

İşte hayatta birçok şey öylesine hızlandı ki. Sanırım bir şeylerin tadını çıkarma özgürlüğümüz de böylece uçup gitti.

ÇOCUKLUK AŞKININ TANIMI: ‘O SENİ BEĞENİYO!

70’li yılların erkek çocuğu ürkek, utangaç hele aşktan söz ederseniz kızaran varlıktı. Ama sanırım o duyguları çocuklukta yaşamış çocuğun hayatla barışıklığı da o denli güçlü oluyor. Sınıftaki iki kızın ’’o seni beğeniyor!” diye yanına gelip yanındaki kız için bilgi verişi, hem hoş hem de cesurca bir tavır. Ama buna hazır olmayan erkek mesajı alınca korkuyla kaçıp gidiyor. Karşı cinsle iletişime hazır olmamanın getirdiği bir ürkeklik diyebiliriz buna.

İlkokul yıllarının bir başka hoş tanıklığı tek tip kıyafetin (önlük) çocuğu tek tipleştirmediği aksine sınıfsallığı ortadan kaldıran, onların kendi gerçeklikleri içinde eşit birer varlık olduğunu içselleştiren ve en azından okul düzleminde bunu duyumsadıkları dünyadır. Kızları en çok kurdeleleriyle süsleyebilen anneler, erkek çocukların kısa saçlarına dokunmazlardı bile.

CUMHURİYETİN İDEAL AİLE FİGÜRÜ VE DİSİPLİN Mİ OTORİTE Mİ?:

 ‘’Horoz’’ isimli öyküde, eve bir eski askerin hediye olarak getirdiği horoz anlatılıyor. Baba asker, anne öğretmendir. İdeal bir aile figürüdür bu. Her iki kişi kendi görev alanlarında Cumhuriyet’in, modernleşmenin sembol varlıklarıdır. Biri eğitim ve disiplini sembolize ederken diğeri otoriteyi sembolize eder. Temsil ettikleri görevlerle toplumun modernleştirme rolünü üstlenmişlerdir.

Ama otorite, bir sorun olarak evlerine gelen horozun yarattığı kargaşayı önlemeye kalkarken verdiği karar, onu kesmek olur. İmgesel bağlamda bakıldığında bir alanın bakış açısı yansır metne ve çocukluk dünyasında bu dönemsel bir tanıklıktır.

AİLE İLİŞKİLERİNDE DEDE VE NİNENİN ROLÜ, ÖLÜM TANIKLIĞININ İNCELİKLİ ANLATIMI

‘’Dedemin Kantini’’ son öykülerden biri. Dede-torun; nine-torun ilişkisinin baba-çocuk ilişkisine benzememesi hep çocukların dikkatini çekmiştir. Baba otoritesinin toruna uygulanmadığı bir süreç vardır bu düzlemde. Belki oğluna hiç göstermediği sevgiyi, tahammülü dedeler torunlarına gösterirler.

Bu öyküde de, nine hep besleyen olarak var olurken dede, torunun tat duygusuna seslenir ve özel odasında sakladığı ve tüketim toplumundaki gelişmelerin de tanıklığını yapan gofret ya da çikolatalarla torunun gönlünü alır. Dedenin ölümü doğrudan anlatılmaz. Bir vedalaşma sahnesi vardır ve ardından torun bahçeyi sulamaya çıkar.

GENEL BAKIŞ

 

 

Tolga Gümüşay, bugüne kadar yazdığı metinlerde daha çok ergenin yaşamına tanıklık etmiştir ve bu henüz yeterince gelişmemiş bu alana dönük çok değerli bir katkıdır.

 6 Yıl Tam Pansiyon ve Hazırlıksız özellikle yatılı okul yıllarını anlatır ki, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’nın ardından gelen nitelik ve nesnel tanıklık içeren metinler olarak önemlidir.

Gümüşay, daha çok yaşadıklarını anlattığı için çoğunu içerden (ben anlatım) anlatmayı tercih etmiştir. Bu da, onun anlatım dilindeki içtenliğinin bir yansımasıdır.

Birbirinden farklı zamanlarda gerçekleşen olayları öyküleştirerek anlatıyor olsa da, kendi içinde bağlamları olduğundan eklektiklik içerse de, roman tadı verebilmiş bir öyküdür bütünü olarak tanımlamak mümkün.

Kitabın bir başka ele alınması gereken yönü dönemsel tanıklık yaptığı yıllar. Ayfer Tunç’un Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek isimli araştırma çalışmasında ayrıntılarıyla tanıklık yaptığı bir dönemin (60 ve 70 ler)  çocuk gözüyle öyküleşmiş halini okuyor olmak hedef kitlesi için hoş bir keyif olsa gerek. Edebiyatın tarihe kendi düzleminde yaptığı tanıklığı da imgelerle görebiliyoruz.

(Cumhuriyet Kitap, 08.06.2023)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN