Post image
Özgürlükler için yaşadı, yazdı!

 

Bedriye KORKANKORKMAZ

Eleştirel rasyonalizm edebiyat anlayışının tiyatrodaki öncüsü, çağdaş tiyatronun kurucularından, 300’e yakın şiiri de bulunan Norveçli oyun yazarı ve şair Henrik Ibsen (1828-1906).

Ömrünce Norveç’in ikiz devlet anlayışıyla bağlı olduğu İsveç’ten ayrılıp tam bağımsızlığını ilan etmesi için mücadele eden ve ülkesi tam bağımsızlığına kavuştuktan bir yıl sonra yaşamını yitiren Ibsen; modern dünyaya ve burjuva sınıfına eleştiriler getirdiği, her bireyin yaşamının bir noktasında topluma başkaldırması gerektiğini vurguladığı yapıtları nedeniyle hem ilgi, hem tepki gördü. Kadınların toplum içindeki yerlerini ve sosyal hayattaki dışlanmışlıklarını sanat eserlerinde ilk kullanan öncülerden de biriydi.

BAĞIMSIZLIK SÜRGÜNÜYDÜ!

Gözlerini dünyaya açmadan önce İsveç ile Norveç’in Danimarka’nın siyasi hâkimiyetinden kurtulmuş olmaları Henrik Ibsen’i tatmin etmez. O, Norveç’in ikiz devlet anlayışıyla bağlı olduğu İsveç’ten ayrılıp tam bağımsızlığını ilan etmesini ister. Ülkesi tam bağımsızlığına kavuştuktan bir yıl sonra da yaşamını yitirir.

Yabancı ülkelerden ülkesinin bağımsızlığına kavuşması için destek vermelerini ister. Ülkesinin bağımsızlığını sürgündeyken de savunur. Norveç’in İsveç’le olan kader bağına karşı çıkmaz; ama ülkesinde Danimarka ile Almanya kültürünün hâkim olmasına karşı çıkar.

Norveç’te kendi dilinde eser oynatılan tek bir tiyatro yoktur. Kendi halkının kültürüne / düşüncesine ille de yaşam biçimine yer yoktur. Kültürleri elinden alınmış bir ülkenin insanı olmak onun için bir hakarettir.

Ticaret alanları kısıtlı olan halkının ya denizcilik ya da balıkçılık ticaretiyle uğraşmasına izin verilir. Sanayisi gelişmemiş Norveç’te halk sadece dini yortularda bir araya gelmektedir.

ÜLKESİNDEKİ KÜLTÜR / DÜŞÜNCE YIKIMINA KARŞI ÇIKTI!

Norveç’te insanlar ezilmişliğin / yoksulluğun sonucu olarak içe kapanırlar ve işlerinden arta kalan zamanlarda da kitap okurlar. Halka dayatılan edebiyat, Orta Çağ’dan kalma kahramanlık günlerini anlatan maceralar, destansı savaş şiirlerinden ibarettir.

Ülkesinde sadece Alman / Danimarka diliyle yazan yazarların yapıtları basılır. Ibsen bu kültür / düşünce yıkımına şiddetle karşı çıkar. Halkı milliyetçilik bilinci aşılayarak bu insanlık ayıbının ortadan kalkacağını düşünür.

Ülkesinde ana dilde yazılan eserlerden oluşan bir kütüphane oluşturur. Bugün ülkedeki dünya edebiyatında iz bırakan şair ve yazarların bazıları arkadaşı bazıları da onun yazına kazandırdığı değerlerdir. Björnson, Paul Botten Hansen…

Sanatçılardan halkını gerçekten tanımalarını ve sorunlarını yabancı ülkelerde gündeme getirmeleri için farklı ülkelere gitmelerini ister. Kendisi de İtalya’da, Orta Avrupa’da kalır.

RUHU DANİMARKA İLE İSKOÇ GENLERİ VE GELENEKLERİ ARASINDA MEKİK DOKUDU!

Ibsen, anne tarafından Alman, baba tarafından İskoç kanı taşır. Ruhu yaşamı boyunca Danimarka ile İskoç gelenekleri arasında mekik dokur.

Gözlerini küçük Norveç kasabası Skien’de 1828’de açar. Keresteci babası neşeli, hayat dolu bir adam, annesi ise içine kapanık, hüzünlü bir kadındır. Ailesi kasabanın önde gelenlerindendir. Yoksullukla sekiz yaşında babasının iflasıyla tanışır.

On altı yaşında eczalığa yönelir, ama beş yıl sonra meslek olarak edebiyatı seçer. Şiir duygularını ifade etmekte yetersiz kalınca nesre yönelir. Nesir çalışmaları onu oyun yazarlığına kavuşturur.

 

 

NORVEÇ TİYATROSU’NDA ON YILDA YÜZ ELLİ YAPITI SAHNEYE UYARLADI!

İlk tiyatro oyunu Catilina sahnelendiğinde fazla beğeni toplamaz. İkinci eseri Tumulus’u yazar. İçe kapanıklığı hırsını daha da kamçılar. Kristianya’ya yerleşmesi Bergen tiyatrosunda rejisör olmasını sağlar.

Görevi gereği turnelere çıkar ve tiyatro sanatının derinliklerine iner. Norveç tiyatrosunda on yılda yüz elli yapıtı kendi üslubuyla sahneye uyarlar.

Ülkesinde başlayan milliyetçi akım Ibsen’i sevindirir. 1853’te ilgi görmeyen oyunu Saint-Jean Gecesi, Bergen Tiyatrosu’nda sahnelenir. Âşık olduğu kızla evlenir. Bir zamanlar hak ettiği ilgiyi görmediği Kristianya’ya yıllar sonra gelir ve bu kez beklemediği bir ilgiyle karşılanır.

YAŞAMINI NORVEÇ TİYATROSUNU MİLLİ TİYATRO HALİNE GETİRMEYE ADADI!

On iki yıl Kristianya tiyatrosunda Danimarka tiyatrosunun düşünce biçimini silmek için mücadele eder. Halkın milliyetçi duygulara sarılması onun mücadelesinde taraftar toplamasını sağlar. Yaşamını Norveç tiyatrosunu milli tiyatro haline getirmeye adar. “Kuvvetli adamın yalnız olduğunu” söyler.

1859’da Norveçliler Birliği’ni kurar ve başkanlığına da Björnson’u getirir. Norveçliler Birliği çok geçmeden siyasetin güdümüne girer. Aşk Komedyası’nı yazarak birliğin siyasileştirmesine savaş açar.

ÇIKAR SİYASETİNE KARŞI AÇTIĞI SAVAŞIN BEDELİ AĞIR OLUR!

Riyakârlığa ille de çıkar siyasetine karşı açtığı savaşın bedelleri ağır olur. Ülkesindeki aydınlar / sanatçılar ve şairler basının ona açtığı savaştaki yerlerini alırlar. Ülkesinde yerinin olmadığını düşünür.

Başyapıt değerindeki Brand’ı yayımlar ve eser dört baskı yapınca eseriyle birlikte o da şöhrete kavuşur. Peer Gynt’ı onun tiyatroda modern dramın ustası olduğunu kanıtlar.

Başarıyla birlikte düşüncelerini ifade etme özgürlüğüne de kavuşur. Düşüncelerine değer veren insanların var olduğunu görür sağlığında.

 

 

‘BRAND’ VE ‘PEER GYNT’ ADLI OYUNLARINDA YALAN / GERÇEK İLİŞKİSİNE DEĞİNİR!

Brand ve Peer Gynt adlı oyunlarında da yalan / gerçek ilişkisine değinir. Ya hep ya hiç anlayışını benimseyen ve dini yaşamının odak noktası haline getiren Brand’ın dibe vuruşuna; serüvenci Peer Gynt’ın ise başarısızlığına şahit oluruz.

Bu iki karakterin ortak noktaları kendilerini sıkan yavan burjuva dünyasına başkaldırmalarıdır. İşin özünde gittikleri yol farklı olsa da her ikisi de iktidar ve güç peşindedir. Brand, inanç yolunda ödün vermeden yürür, Peer ise kendini gerçekleştirme yolunda üçkâğıtçılığı kanıksar.

İbsen, Peer’i çıkarcılığın / gücün; Brand’ı ise bağnazlığın ve köktenciliğin sembolü olarak karşımıza çıkartır.

Amacı oyunu izleyen izleyiciye birey bilinci aşılamaktır.

Her iki oyunda gücün temsilcisi erkeklerin kadınlar üzerindeki baskıcı rolüne de dikkatleri çeker Ibsen. Brand’ın kadını Agnes, sevdiği erkek için ölüm yolunu seçerek yaşam hakkından vazgeçer. Peer’in sevgilisi Solveig ise yaşlanıp gözleri kör olana dek sevgilisinin yolunu bekler.

İbsen’in diğer oyunlarına da kısaca değinmek isterim: Mısır’da iken “Gençlerin Birleşmesi” oyunu yuhalandığı için sanata küser ve yedi yıl tiyatro oyunu yazmaz.

Tarihi tiyatro oyununa dahil ederek ölümsüzleştirdiği İmparator ve Galyalılar adlı dramı 1898’de Leipzig’de temsil edildiğinde tiyatro sahnesinin oyunların sergilenmesi için var olduğunu kanıtlar.

Burjuva cemiyetine karşı verdiği savaşı son nefesine kadar sürer. Bebek Evi’nde kadınla erkek arasındaki görev eşitliği adı altında yaratılan eşitsizliği sergiler. Burjuvanın çocuk olayına bakışını yerdiği Hortlaklar oyununda ise tüm dikkatleri üstüne çeker.

Dönemin ilerici (!) eleştirmenleri onu yerden yere vurur. Londra’da halk ahlaksızlığına (!) karşı ayaklanır. Ibsen, düşüncelerini Halk Düşmanı oyununda savunur. Dr. Stockman karakterinin dilinden “En kuvvetli insan, yalnız olandır” sözüyle yalnızlığından aldığı güçle baskıların onu yıldıramayacağını haykırır.

Yalnızlığı tanrılaştırması demokratları kızdırır. Çoğunluğu tekeline alan demokratlar onun yalnızlığı kutsallaştırmasının sonucu halkın ayaklanacağından ve tahtlarından olacaklarından korkarlar.

Yazdığı her oyun konfor içinde yaşayan kesimleri tehdit eder. Yaban Ördeği’ni yazar. Burjuva cemiyetine karşı duyumsadığı acıma ve tepkisini bu oyunda da ortaya koyar.

Değerli ustanın tiyatro eserlerini üç grupta değerlendirmemiz gerekir:

Birinci grupta manzum olarak yazdığı romantik dramlar (Catilina, Madam Inger Oestraat…); ikincisinde lirik ve felsefi oyunlar (Aşk Komedyası, Brand…); üçüncüsünde ise modern dramlar (Hortlaklar, Gençler Birliği, Yaban Ördeği…) yer alır.

Halkının özgürleştiğini görmeden ölmeyen bu büyük ustanın mücadelesine ölümünden sonra dünya şapka çıkarır.

(Cumhuriyet Kitap, 23.02.2022)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN