Post image
Şiddet çeteleşmeyi büyütüyor

 

Yusuf Tuna KOÇ

Esenyurt’ta, Demetevler’de, Altındağ’da birbiriyle çatışan aileler, gruplar, çeteler… Alacak-verecek davaları, pazaryeri anlaşmazlığı, mekân kapmaca vesair türlü husumetten türeyen anlaşmazlık ve çatışmalar…

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Boran Ali Mercan ile gündemi son dönemde çokça işgal eden mafyalaşmayı ve gençler arasındaki çeteleşme eğilimini konuştuk.

Son dönemde yoksul mahallelerde yaşayan gençler içerisinde mafyalaşma, çeteleşme eğilimlerinde bir yoğunlaşma gözlemleniyor. Bu fenomenin arkasında yeni veyahut etkisi eskisinden daha fazla artmış sosyo-ekonomik sebepler sizce nelerdir?

Gençlik gruplaşmalarından bir suç kolektivitesinin türemesi pek çok etmene bağlı olarak ortaya çıkabilir; öncelikle fiziksel mekânın diyelim ki yaşanılan mahallenin etkisi önemli. Akabinde fiziksel mekândaki karşılaşma ve yakınlaşma dinamikleri belirleyici. Genelde yaklaşık olarak benzer toplumsal sınıfsal konum ve/veya etnik kökenin ortaklık zemini olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Benzer sınıfsal konum ve etnisitenin bir araya getirdiği kişiler arasında ortak duygusal durum ve aktarımın yarattığı etkileşim adeta tutkal görevi üstleniyor diyebiliriz. Benzer tecrübelerden edinilen ve benzer şekilde deneyimlenen duygular kişiler arasında bir bağ oluşturuyor: Bu durum maddi imkânsızlıktan ötürü bir yoksun kalma halinden duyulan hüsran nedeniyle olabileceği gibi; kılığından kıyafetinden, anadilinden, konuşma şekli ya da genel olarak var-olma tarzından dolayı başkaları tarafından hissedilen rahatsızlığın aktif veya pasif bir biçimde kişiye yansıtılması neticesinde oluşan hınç, içerleme, öfke, üzüntü gibi duygulanımlar şeklinde de tezahür edebilir. Benzer deneyimlere maruz kalanların paylaştığı benzer duygulanımlar ortaklık bağını güçlendirme eğiliminde. Bu arada, sadece negatif duygulanımlar değil bu bağı yaratan; aynı zamanda, birlikte hareket etmenin verdiği güçten türeyen, bir şeyleri ortak başarabilmenin verdiği mutluluk ve haz gibi bir iyi hissetme haline tekabül eden pozitif bir duygu durumu da ortaklık bağını güçlendirebilir. Genç bireyin başka türlü anlamlı bir varoluş göremediği hatta öyle bir umudunun da olmadığı maddi imkânsızlık ve kültürel dışlanmışlık koşullarında hem biriken öfkesini yansıtabileceği hem de bir şeyleri başarabileceği bir dolayım olarak karşımıza çıkıyor çeteler.

Sosyoekonomik ve etnik nedenlerle toplumun “içinde” görülmeyen, “biz” dairesinin dışında kabul edilen ve öyle davranılan kesimlerin isteseler de zorlasalar da dahil olabilecekleri kapsayıcı bir toplumsal topografya yok Türkiye’de. Artan sosyoekonomik eşitsizlik ve neticesinde pekişen adaletsizlik algısıyla giderek derinleşen garibanlar-zenginler, Kürtler-Türkler üzerine eklenen bir de mülteciler, Suriyeliler gibi ayrımlar üzerinden antagonize olarak çok parçalı ve girift hale gelen bir toplumsal manzara söz konusu. Necmi Erdoğan’ın çalışmalarında vurguladığı gibi, gariban istese de zenginlerin gözünde görünebilecek, görmeye değer bulunacak biri değil; yok hükmünde. Altındağ’da yaşayan bir yoksul Çankaya’nın yeni nesil butik kahvecilerinde vakit geçirenler için görünür olabilir mi? Ne zaman görünür hale gelir? Kendi çalışmamdan söyleyeyim: Öz-saygı gibi ahlaki silahlarını bırakıp gayrimeşru yollara başvurursa… Vurup kırmaya başladığında, sövdüğünde, çaldığında, çeteleşip tehdit ettiğinde üstsınıf toplum kesimlerinde yarattığı infial ve travmalarla “tanınmaya” başlar ve hissedilir hale gelir. Ancak her tanınma girişimi gibi bu da bir yanlış-tanınmaya hatta tanıtmaya gebedir.

Batı’da “gang talk (çete muhabbeti)” adı altında yürüyen tartışmalar var örneğin. Çete muhabbeti, medyanın kışkırtıcı söylemi ve sansasyonel diliyle, kentsel alanda yaşanan şiddet, çetelerin ve çeteleşmenin artışına bağlanıyor. Böyle bir bakış açısına yönelik eleştiri, sokaktaki şiddetin çetelere indirgenemeyeceğini, sosyopolitik ve ekonomik farklı katmanlarda maruz kalınan çok boyutlu bir şiddetin sonucu olarak aslında çeteleri ve çeteleşmeyi görmek gerektiğini ileri sürüyor.

Kanımca; ana-akım medyatik temsillere ve kışkırtıcı söylemlere karşı dikkatli olmalıyız. Bu bağlamda, öncelikle altsınıf toplumsal kesimlerin, Kürtlerin, Romanların, bilumum sığınmacıların deneyimlediği farklı düzeylerde iç içe geçmiş, fiziksel ve sembolik şiddeti görmeliyiz.

Söz konusu toplumsal kesimlerin yaşadığı ve mağduru olduğu şiddet (aksiyon) görülmeyince, geriye medyatik düzlemde sonuç olarak tezahür eden, aslında kendi içlerinde kendilerine zarar veren tepkileri (reaksiyonları) görülüyor. Esenyurt’ta, Demetevler’de, Altındağ’da birbiriyle çatışan aileler, gruplar, çeteler; alacak-verecek davaları, pazaryeri anlaşmazlığı, mekân kapmaca vesair türlü husumetten türeyen anlaşmazlık ve çatışmalar. Dikkat ederseniz, kazalar dışında, bu çatışmaların görüntülerinden şok geçirenler söz konusu çatışmaların tarafı olabilecek kesimler değil aslında. Çeteleşme ve şiddet söylemine dayalı “çete muhabbeti” şiddetin kökenini görmemizi engelliyor.

Öte yandan, yukarıda ifade ettiğim gibi, sembolik ve kültürel olarak parçalanmış bir Türkiye toplumsallığı söz konusu. Birbirinden kopuk, birbirine değmeyen, zaman zaman, ara ara, kesişen hayatlar var; ender mekânsal karşılaşmalar ve temaslar haricinde çoğu kesişme ve tanıklık da sosyal medya ve küresel tüketim kültürü görselleriyle gerçekleşiyor. Bu durumun ise şöyle bir sonucu var: Maddi olarak “dışarda” olan gençler küresel tüketim kültürünün “içindeler”. Şatafatlı bir yaşam, fiyakalı bir giyim kuşam, lüks arabalar ve telefonlar, sınırsız ve sorumsuz cinsellik maskülen erkek bir ortalama sokak kültürünün temel fantezisi olarak beliriyor. Bu arada gösterişli tüketim ve yaşam kültünün pompalandığı sanal ağlar sorumlu değil sadece; “marjinal” gençlik sosyo-sınıfsal ve etnik imkânsızlık yarıklarının kapatılabileceğine kendi çevrelerinden de tanık oluyorlar. Torbacılar, vurguncular, takım elbiseli, silahlı, tespihli bilumum “abiler” ve “reisler” aksi halde mümkün olmayacak bir hayalin ve o hayal peşinde harcanan “hızlı yaşamın” katalizör model imgeleri olarak rol üstleniyorlar. Yoksul ve yoksun gençlerin derinden deneyimlediği “fark yaralarının” katlanılamaz gerçekliği, tanık olunan gayrimeşru abilerin ve “babaların” illegal şan şöhret performanslarına dayalı dedikodu ve anlatıların çekiciliğiyle, fantazmatik olarak aşılabilir bir olasılığa dönüşüyor.

Çeteleşme, mafyalaşma eğilimlerindeki artışın yaratabileceği toplumsal ve siyasal sonuçlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çeteleşme eğilimindeki artışın halihazırda parçalı olan toplumsal uzamı daha da parçalamaktan öteye giden bir yanı olmaz. Dışlanan, dışarda tutulan kesimlerin varlıklarını, çıkarlarını korumak amacıyla oluşturduğu çete benzeri oluşumlar zaten bireysel olarak ya da başka türlü haklarını savunamadıkları, alternatif geçim veya mücadele imkânları çekici ve inandırıcı gelmediği için ortaya çıkan bir fenomen. Adalet dağıtım mekanizmalarının yetersiz kaldığı ve inandırıcı olmadığı, yoğun bir adaletsizlik duygusunun deneyimlendiği koşullarda, dışlanan kesimler hak ettiklerini düşündükleri şeyleri bir araya gelerek almaya çalışıyorlar.

(Birgün, 08.10.2023)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN