Post image
Sıradanlaşan toplu ölümler

Haziran ayında Akdeniz’de yaşanan tek bir olayda en az 500 göçmen yaşamını yitirdi. Yaşanan felaketler artık normalleşiyor. Göç politikaları giderek ölümcül hale gelirken Batı’nın siyasi ikliminde çalkantı dahi yaratmıyor.(Fotoğraf: AA)

 

Nanjala NYABOLA

Yunanistan açıklarında haziran ayında yaşanan trajedinin detaylarına günlerce ulaşamadık. Batan balıkçı teknesinin adı dahi açıklanmadı. AB sınır koruma ajansı Frontex’in yayımladığı görüntüler, teknenin batmadan iki saat önce Yunan sahil güvenlik güçleri tarafından izlendiğini ortaya koyuyordu.

Sahil güvenlik güçleri battığı sırada tekneyi “yakından izlediklerini” teyit ettiler. Fakat tekne Akdeniz’in sert dalgalarında savrulurken müdahil olmayı düşünmemişlerdi. Batan tekneden sağ kurtulanların ifadesine göre, Frontex tekneye doğrudan müdahale etmişti. Sınır koruma yetkilileri tekneye üç defa ip atmaya çalışmışlardı ve nihayetinde tekneyi çekmeye çalışırken alabora olmasına sebep olmuşlardı.

Ölenlerin kesin sayısını bilmek mümkün değil çünkü teknenin resmi belgeleri yoktu. Fakat en az 104 kişinin kurtarıldığını biliyoruz. AB yetkilileri tarafından “kaçakçı teknesi” olarak anılan teknede Suriye, Pakistan, Mısır ve Filistinlilerin olduğu, teknenin Libya’dan demir aldığı biliniyor. Felaketten sağ kurtulanlar, teknenin “çekme girişimleri” dolayısıyla battığı konusunda ısrarcılar.

Libya’dan karşı kıyıya uzanan yolculuk yalnızca birkaç yüz kilometre uzunluğunda. Fakat Akdeniz’in sularını öngörmek güç. Akdeniz sularındaki tehlike, küresel kamuoyunun önüne ilk defa 2015 yılında düşen haberle duyulmuştu. 3 yaşındaki Alan Kurdi’nin cansız bedeni, Türkiye sahillerinde karaya vurmuştu. O günden bu yana AB açık denizde arama kurtarma yapmayı bıraktı ve Akdeniz’i geçmeye çalışan on binlerce insan yaşamını yitirdi. Kayıp Göçmenler Projesi verilerine göre 2014 yılından bu yana en az 27 bin kişi Akdeniz’i geçmeye çalışırken yaşamını yitirdi. Kayıtlara geçmeyen çok daha fazla insan olabileceği düşünülüyor.

AB, “kaçakçı” saydığı teknelere yardım etmeyeceğini ısrarla tekrar ediyor. Hatta insani yardım amacıyla demir alan tekneleri cezalandırıyor. Fakat insanlar gelmeyi sürdürüyor.

İnsan hakları örgütleri, Yunanistan’da yaşanan trajedinin, AB sınır politikasının daha da ölümcül bir yere evrildiğinin kanıtı olduğunu söylüyorlar. Yunanistan gibi AB ülkeleri 2020 yılından bu yana yasadışı şekilde “geri itme” yöntemleri uyguluyorlar. Tekneleri AB sularından çıkarıyor, geri dönmeye zorluyorlar. Teknedeki yolcuların sığınma başvurusunda bulunma hakkını böylece görmezden geliyorlar. Yaşanan trajediden sağ kurtulanların ifadelerinin aksine, Yunan yetkililer teknenin “güvenli bir yere” çekilmeye çalışıldığını iddia ediyorlar.

‘HAK ETMEYENLER’

Avrupa’da “kimin seyahat edebileceği” ya da “kimin sığınma talep edebileceği” üzerine şekillenen değer yargıları, sınırda doğrudan şiddete dönüşüyor ve bürokratik verilere indirgeniyor. Varlıklı Küresel Güney ülkeleri seyahate değer görülüyorken, dünyanın geri kalanından gelen insanlardan her geçen gün daha fazla evrak talep ediliyor. Finansal durumlarına ve seyahat gerekçelerine dair her gün daha fazla belge talep ediliyor. Basitçe ifade etmek gerekirse, yoksul ülkelerden gelen insanlara “seyahat etmeyi hak etmedikleri” söyleniyor. Emniyet arayışıyla, ya da fırsat arayışıyla, hele ki yalnızca güzel vakit geçirmek için…

Küresel Güney ülkelerinde yaşayan mavi yakalı işçiler için insan kaçakçılarına bel bağlamak dışında bir alternatif bırakılmadı. Batan teknenin üzerindeki insanların pasaportları, Küresel Pasaport Endeksi isimli listenin en alt sıralarında yer alan pasaportlardandı. Yani vize almadan seyahat edebilecekleri ülke neredeyse hiç yoktu. 97 kademeden oluşan listede Suriye 96’ncı, Pakistan 93’üncü, Filistin ise Mısır ve Libya ile birlikte 89’uncu sırada yer alıyor.

Aynı zamanda vize başvuruları da her geçen gün daha pahalı, karmaşık ve keyfi hale geliyor. Başvurularda çok fazla bilgi, belge talep ediliyor ve aracı kurumlarla çalışmak neredeyse zorunlu hale geliyor. “Zayıf” pasaportlu ülkelerden birinde yaşıyorsanız vize alma şansınız neredeyse sıfıra eşit. Tabii zenginseniz ya da tehlikeli işler yapmaya hazırsanız işler değişiyor.

DEVLET DESTEKLİ FELAKET

Bu insanlar için evini terk etmeyi ve tehlikeli göç yoluna çıkmayı cazip bir seçenek haline getiren koşulların, vize dayatan devletlerin dış politikaları ile doğrudan bağlantılı olduğunu da unutmayalım. Filistinliler ve Mısırlılar için yaşadıkları işgal ve askeri dikta tecrübeleri, Küresel Kuzey ülkelerinin dış politikalarından bağımsız düşünülemez.

Yunanistan’da yaşanan trajediden yalnızca beş gün sonra AB yüksek temsilcisi Josep Borrell, Kahire’yi ziyaret etti ve “Sudan kaynaklı göç dalgasının yönetilmesi için” Mısır’a 22 milyon dolar destek verileceğini duyurdu. Tabii o esnada askeri rejime karşı çıkan siyasi mahkumlar, Mısır hapislerinde çürüyorlardı. İsrail hükümeti aynı gün yaptığı açıklamada işgal ettiği Filistin topraklarına yüzlerce ev yapacağını açıkladı. Yani orada yaşayan Filistinliler evlerinden edilecekti.

Suriye’deki savaşın gidişatı küresel gelişmeler ile doğrudan ilintili, Pakistan’daki ekonomik çöküşün başlıca sebebi ise kamu borcu. Emniyet ya da fırsat arayışı ile bir yerden “gitmek,” ülkenizin küresel siyasette nasıl konumlandığı ile doğrudan ilgili.

Aynı şekilde, Akdeniz’de giderek büyüyen ölüm dalgası da AB sınır politikası ile doğrudan ilintili. Araştırmacı Maurice Stierl, AB’nin “zamanı silah olarak kullandığını” söylüyor ve kurtarma operasyonlarının kasıtlı olarak geciktirildiğini öne sürüyor.

Yaşanan son felaket, AB’deki (hatta dünyadaki) sınır politikalarının insani bakış açısıyla gözden geçirilmesini sağlayacak mı? Olası görünmüyor. Sözünü ettiğimiz felaket yaşandıktan bir hafta sonra 5 milyarderin denizaltı ile Titanik enkazına yaptıkları dalış esnasında ortadan kaybolmaları küresel gündemi ele geçirdi. Aradan günler geçmişti ki AB, otoriter Tunus hükümetine “göç yönetimi” için 1,1 milyar avro teklif etti. Nihayet, söylenmesi gereken açık açık söylenir olmuştu: Güvenli göç, zenginlerin lüksüdür. Ters giden bir şeyler olursa, yalnızca zenginler kurtarılmayı hak eder.

Hareket özgürlüğü hiçbir zaman “herkesin” sahip olduğu bir özgürlük olmadı. Fakat mevcut durumda karşı karşıya kaldığımız çelişkiler, dünyada yaşayan çoğu insana “kapalı” kalan fırsatlara işaret ediyor. Batılı sınır politikalarının nasıl bir dünya inşaat ettiğini durup düşünmek için fırsatımız var. Bu sert sınır politikalarını finanse eden, yine sıradan insanların vergileri. Yaşanan zulmü görmemek için, gerçekten kendimizi kandırıyor olmamız gerek. “Neden yasal yollarla gelmiyorlar ki?” sorusunu sormak artık anlamlı değil.

Yanılgılar ve gerçekler arasındaki o belirsiz alan, savunmasız insanların ölümüne göz yummayı merkezi devlet fonksiyonu haline getiren politikaların sürmesine olanak tanıyor.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: New Internationalist

(Birgün, 21.08.2023)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN