Post image
Siyasal ve ruhsal kargaşaların yoğunlaştığı bir serüvenler zinciri

 

Mehmet ATİLLA

Booker Ödüllü Damon Galgut, karanlık Afrika’nın özgür ve aydınlık tarihine yüreklendirici bir bakış niteliğindeki, zulme, haksızlığa ve merhametsizliğe karşı kan revan içinde bir “kurtuluş” hikâyesi anlattığı romanı Domuzların Güzel Çığlıkları’nda (Çeviren: Mert Doğruer / Delidolu Yayınları) geleceğini arayan Afrika kıtasının kırılgan tarihini sorgulamakla kalmıyor, özgürlük pahasına canını ortaya koyanların anısına da saygıyla eğiliyor. Geçmişin karanlık gölgelerinden sıyrılmaya çalışırken yaşadıkları toprağın gelgitlerinden payını alan bir anne ile oğulun acıyla sınanan hikâyesi çevresinde, Afrika’nın hemen her köşesinde hüküm süren ayrımcılığı da gerçekçi bir bakış açısıyla ele alıyor

“Bir domuzun ölürken çıkardığına benzer ses yoktur dünyada, ilkel, bilinçdışı zihinde yaralar açan bir feryattır. Terk edilen bebeklerin, zorla alıkoyulan kadınların, dünyanın sökülen menteşelerinin sesidir…” Romandan…

TOPRAĞINDAN GÜÇ ALAN BİR YAZAR!

Herhangi bir sanat dalıyla uğraşanların büyüdükleri coğrafyadan ve beslendikleri tarihten etkilenmemeleri olanaksız. Edebiyatta da böyle bu. Hangi türde yazarsa yazsın yazarın bir ayağı kendi toprağından ve geçmişinden güç alıyor. Bu yazarlardan biri de Damon Galgut.

Dünyanın en çalkantılı ülkelerinden Güney Afrika’da doğduğu ve yaşadığı dikkate alınırsa bölgenin sert koşullarından uzak durma şansı da yok kuşkusuz. Yakın tarihteki birçok eşitsizliğe tanık olmanın verdiği birikim de cabası. Dolayısıyla yapıtlarının çoğunun arka planını “apartheid” olarak adlandırılan ırksal ayrımcılık politikasının uzantıları oluşturuyor.

Bunu yaparken son derece dikkatli ve özenli davranıyor Galgut. Üniversitede almış olduğu drama eğitiminin de etkisiyle herhangi bir abartıya ya da aşırılığa kaçmadan kurguladığı siyasal atmosfer hiçbir zaman yapıtın eksenindeki olay örgüsünün önüne geçmiyor.

Yazarın daha önce yine Delidolu Yayınları’nca yayımlanan ve 2021 Booker Ödülü’ne değer görülen romanı Vaat’te (Çeviren: Hasan Can Utku) oldukça keskin olan bu tercihini, kısa süre önce okuyucularla buluşan romanı Domuzların Güzel Çığlıkları’nda. da (Çeviren: Mert Doğruer) açıkça görebiliyoruz.

 

 

İÇ İÇE GEÇMİŞ İKİ YOLCULUK

Romanının başarılı kurgusunu, iç içe geçmiş iki yolculuğun birbirinin içinde eriyerek ilerlemesi oluşturuyor. Bu yolculuklardan biri tutku yanı ağır basan bir gönül yolculuğu diğeri ise o yıllarda güneybatı Afrika olarak anılan günümüz Namibya’ sının bağımsızlığını hedefleyen siyasal yolculuk.

Romanın ana karakteri ve anlatıcısı Patrick Winter, Güney Afrikalı genç bir beyaz. Zorunlu askerlik görevini kısa süre önce tamamlamış ve evine dönmüştür.

Kırılgan bir yapıya sahip olan ve lise sondayken abisinin ölümüyle daha sonra da anne babasının boşanmasıyla sarsılan Patrick’in ruh dünyasını askerlik görevi sırasında yakınlaştığı bir arkadaşının ölümü de altüst etmiş durumdadır. Bu nedenle bir süredir ilaç desteğiyle yaşamını sürdürmektedir.

Annesi Ellen ise boşanmadan sonra savruk bir yaşantıyı seçmiş ve geçici ilişkilere yönelmiştir. Son sevgilisi de Godfrey adında siyahi bir gençtir ve romandaki iki yolculuğun kesişme noktasını oluşturması açısından güçlü bir karakter olarak dikkat çekmektedir.

Godfrey tek boyutlu bir sevgili değildir çünkü. Aynı zamanda Namibya’nın bağımsızlık savaşını yürüten SWAPO örgütünün eylemcilerinden biridir. Nitekim tam da o günlerde bazı politik etkinlikler nedeniyle Namibya bölgesinde bulunmaktadır. Bu yüzden romanın ilk yolculuğu Godfrey’\q buluşmak ve oğluyla tanıştırmak isteyen Ellen’ın attığı adımlarla başlar.

NAMİBYA’NIN UMUTLU GELECEĞİNE DOĞRU!

İkinci yolculuğun rotası ise uzun bir geçmişe sahiptir. Namibya’daki yerel halkların önce Avrupalı beyazlara sonra da Güney Afrika Cumhuriyeti yönetimine karşı verdiği bağımsızlık savaşı ancak 1980’lerin sonuna doğru sonuç alma evresine gelmiştir ve 1989’da yapılan ilk seçimler bu sürecin en belirleyici aşaması konumundadır.

Domuzların Güzel Çığlıkları’nın olay örgüsü de bu seçimlerin hemen öncesinde geçtiği için siyasal ve ruhsal kargaşaların yoğunlaştığı bir serüvenler zincirine dönüşüyor ister istemez.

Kimi zaman geleceğe kimi zaman da geçmişe yönelen bu serüvenlerin hayallerle ve anılarla yüklü bağıl hızları var elbette. Olup bitenlerin PatrickGodfrey-Ellen üçlüsünün zihninde ve yüreğinde farklı işlemesi romanın başarılı yönlerinden biri.

Ama Damon Galgut bununla yetinmeyip romana asıl derinliği yine usta dil işçiliğiyle katıyor. Böylelikle bir yandan aile içi çatışmalara, çözülmelere ve Patrick’in askerlik travmalarına eşlik ederken diğer yandan da Godfrey’in sürüklediği olaylar sayesinde Namibya’nın umutlu geleceğine doğru yol alıyoruz.

RUHSAL GERİLİMLER, YABANCILAŞMA, HESAPLAŞMA!

Patrick de bu yolculuklar sayesinde olgunlaşıyor, siyasal tavrı değişime uğruyor, dünyayı ve kendini tanıma olanağı buluyor. Daha da önemlisi, Godfrey’in eylemciliğinden sıkılan Ellen her geçen gün sevgilisinden uzaklaşırken Patrick tam tersi bir yön izliyor ve daha bir yıl öncesinde kendisine düşman olarak gösterilen siyahi eylemcilerden birine yardım etmeye karar veriyor.

Romanın duygusal nabzını iyice yükselten olaylardan biri de Godfrey’in yakın arkadaşlarından Andrew Lovell’m siyasal bir cinayete kurban gitmesi. Düzenlenen anma törenine katılan Patrick’toki ruhsal çatallanma iyice yoğunlaşıyor ve bir iç hesaplaşmaya dönüşüyor:

“Hayatıma dokunan ölümleri düşündüm: Abim Malcolm, arkadaşım Lappies. (…) Domuzları öldüren Jonas’ı düşündüm. Sınırda öldürmüş olabileceğim SWAPO askerini hatırladım. Sonra kendimi şunu düşünürken buldum: Andrew Lovell’ı ben mi vurdum? Evet, diye düşündüm, ben vurdum. Ama aynı zamanda hayır, çünkü ben oyum. Bu iki cevabın anlamlarını bilmiyorum. Sorunun anlamını da bilmiyorum. Ama aklıma bunlar geldi. İçimde sanki iki benlik savaş halindeydi, geçmişi olan iki farklı insan ve benimkiyle hiçbir ilişkisi olmayan bir zihin. Bu kırılma benim ve hayatımın içinden geçiyor, başkalarının hayatının benimkiyle birleştiği yere kadar uzanıyordu. ” (s. 119)

Damon Galgut gerçekten de bu türden ruhsal gerilimleri, yabancılaşma duygusunu ve iç sarsıntıları anlatmanın ustası. Bu kısacık romanda bile hayli metaforik öğe var. Bu öğeler aracılığıyla ırk ayrımının, aile kavramının, kimlik bunalımlarının, cinsel yönelimlerin, askerlik kurumunun, ötekileştirmenin karmaşık dünyalarına girip çıkabiliyoruz.

Öldürülen domuzların çığlıklarının çocuklukta ve askerlik sonrasında farklı algılanması ise romanın gizli anahtarlarından yalnızca biri. Diğerlerini arayıp bulmak da edebiyatın hazzıyla buluşmak isteyen okuyuculara kalıyor zaten ■

(Cumhuriyet Kitap, 29.02.2024)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN