Post image
Yaşam Hakkı, Afetler, Haberler ve Utanmayanlar

 

Fikret İLKİZ 

6 Şubat 2023 Pazartesi olanlar ve devamı… Deprem öncesi ve sonrası…

Devlet yaşam hakkını ihlal etmiştir.

Devletin gazeteci olarak görmediği gazeteciler deprem bölgesinde…

Göçük altında kim varsa çıkarmak için çabalayan insanlar gazeteciler kanalıyla birbiriyle haberleşiyor. Devleti yönetenler, kamu görevlileri gazetecilerden haber alıyor, gazetecilere muhtaçlar. Kendileri için gazetecilerin mikrofonlarına, kameralarına boyunlarını uzatan siyasetçiler göçükler altında yatan ölülerin üzerinden konuşuyorlar…

Üşümüyorlar…

Çocuklar konuşmacıların önüne dizilmiş olarak gözüküyor ekranlarda; çocuklar üşüyor.

Bir gazeteci, Murat Sabuncu… 12 Şubat 2023 tarihli T24’te yayımlanan yazısında Hatay’dan yazıyor.

Deprem notları Hatay: Kulağımdan hiç gitmeyecek ses durun gitmeyin; unutmayacağım görüntü bankta kafa diken profesör ve bir fotoğraf. Burası Hatay… Burada büyük çok büyük bir trajedi yaşanıyor.”[i]

Gazeteci Murat Sabuncu yazısına devam ediyor.

“İnsan üşüdüğüne utanır mı?

Ben utanıyorum…

İçimde iki kazak üstümde palto, ayağımda çift çorap, bot, içimde içlik, üzerinde pantolon üşüyorum, çok üşüyorum.

Utanıyorum çünkü depremin üzerinden altı gün geçti kadın, çocuk, yaşlı binlerce insan enkazın başında bir umutla yakınının çıkarılmasını bekliyor. Ya da parklarda, sokaklarda, çoğu yıkılmış, pek çoğu hasarlı evlerine giremeyenler çadırların içinde geceyi geçirmeye çalışıyor.

Onlar günlerdir üşüyor.

Ben de kâh bir ateşin başında kâh bir çadırın içinde geceyi geçirmeye çalışıyorum.

Burası Hatay…

Burada büyük çok büyük bir trajedi yaşanıyor.”

Utanmayanlar, üşümüyor…

Soğuk ve karanlık… Terkedilmiş şehirler, yıkılmış evler, göçüklerle dolu sokaklar. Tabutsuz ölüler…

Suyu çekilmiş değirmen misali, evler göçtüğünden beri şehirlerden ses gelmiyor.

Ama günlerdir göçüklerden gelecek sesler bekleniyor, ses gelirse sevince dönüşüyor, hayat buluyor!

Âdettendir, ölenlerin artık giyemeyeceği bir çift ayakkabısı kapı önüne konulur. Kapı önüne bırakılan ayakkabılar sessiz, sedasız bir ihtiyaç sahibinin gelip almasını bekler… Ayakkabılar sahipleriyle birlikte göçüklerin altında kaldı… Ne insan ne kapı kaldı ne kapı önü ne duvarlar!

Göçtü gitti insanlar, evler, kapılar, sokaklar, şehirler…

“Allah sıralı ölüm versin” diye dua eden yaşlılarımızın bu duaları meğer ne kıymetliymiş!

Ne resim asılacak duvar, ne çalınacak kapı, ne komşular… Artık yoklar!

Şehirler ıssız, insansız… Kalan evler bomboş, ışıksız…

Her yer soğuk, karanlık… Sokaklarda tek tük ateşler yanıyor… Ateş başına toplanmış üç beş insan ısınmaya çalışıyor, konuşmuyor, sadece alevlere bakıyor!

Yaralılar ne oldu? Hastaneler neden çöktü?

Nasır tutmuş kör yürekler bile dayanmaz bu acıya…

Cenazeleri gömecek mezarlık kalmadı, bir tahtaya yazılı numaradan ibaret mezarlarda toprakla yıkanmış sıra sıra bedenler yatıyor…

Gelecek zamanlarda çok fazla tartışılacak…

Ellerinde mikrofon, kameralarla yıkıntılar arasında dolaşan gazeteciler, bu toplumun gözü kulağı…

Onlara çok şey borçluyuz, onlara hakikat borcumuz var, ödenemez.

Kriz zamanlarında habercilik nedir?

Acaba haberciler felaketi nasıl vermeliler?  Felaket haberciliği var mıdır?

Görüntülü yayın, özellikle televizyonlar kriz dönemlerinde görselliğin gücüne sahiptir.

Kriz zamanlarında haberler acıdır ve olağandışıdır.

Gazeteci şunu aklında tutar; “görüntü” kimi zaman izleyiciler ve toplum üzerinde olumsuzluk yaratabilir. Doğal afetlerde, kötü haberlerde, acıların haberleştirilmesinde, yitirilen canların, yıkılan evlerin, göçüklerin görüntülenmesinde, haberlerde gazeteciler gereken dikkat ve özeni göstermelidirler. Bu özenin gösterilmesi etik ilkeler ve gazetecilik değerleriyle örtüşür.

Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesine göre gazeteci; halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüğünü kullanırken kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçekleri çarpıtmadan aktarmak zorundadır ve bu onun temel görevidir.

Hak ve Sorumluluk Bildirgesine göre; gazeteci kamuoyunun doğru bilgilendirilme hakkından sorumludur. Gazeteci basın ve ifade özgürlüğünün sınırsız olmadığını bilir. Ancak ifade özgürlüğünün sadece olumlu karşılanan, zararsız haber ya da düşünceleri değil, aynı zamanda ‘devleti şoke eden, inciten, rahatsızlık veren’ düşünceleri de kapsadığının bilincinde olmalıdır.

“Gazeteci devleti yönetenlerin belirlediği ulusal ve uluslararası politika konularında önyargılara değil, halkın haber alma hakkına dayanır. Onu, mesleğin temel ilkeleri ve özgürlükçü demokrasi kaygıları yönlendirir.”

Kimse akıl vermesin, kimse tehdit etmesin, gazeteciler ne yapacağını bilir.

Gazeteci, temiz bir çevre ve sürdürülebilir kalkınmanın, insanların yaşam hakkının temelinde yer aldığının bilincindedir. Gazeteci, iklim değişikliğinin nedenleri ve olası sonuçları konusunda vatandaşları bilgilendirir, kamusal farkındalık yaratır.

Deprem ve afetler hakkında çevreyi koruma ve iklim değişikliği ile mücadele için toplumu bilinçlendiren gazeteciler; çözümler konusunda bilgilendirici yayınlar yapmalı, bu konularda iktidarları uyarmalıdır. Hatta basın yoluyla denetlemeli, hükümetlerin, şirketlerin veya güç odaklarının yönlendirmeleriyle hareket etmemelidir.

Depremler neden oluyor sorusu dahil; ölümlerin ve çaresizliklerin sorumluları kimlerdir?

Gazeteciden “sarsıcı durumlarda” özenli olmaları beklenir. Üzüntü, sıkıntı, tehlike, yıkım, felaket, ölüm ya da şok halindeki insanlar söz konusu olduğunda; gazetecinin felaketlere yaklaşımı insani olmalıdır. İnsanların mahremiyetlerine saygı gösterilmelidir. Duyguların sömürüsünden ve yıpratılmasından kaçınılmalıdır.

Ölümlere ilişkin haberlerde sansasyonel ve acıları artıracak üslup kullanılmamalıdır. İnsanlarda travma yaratacak görüntülere ve haberlere yer verilememeli, korku ve yılgınlık yaratmamalıdır.

Devlet yönetimleri kriz zamanlarında gazetecileri ve haberlerini korumalıdır.

Ana teması; “Kriz Zamanlarında İfade ve Haber alma Özgürlüğü” olan Avrupa Konseyi 7. Avrupa Bakanlar Konferansı Ukrayna’nın Başkenti Kiev’de 10-11 Mart 2005 tarihleri arasında toplandı. Konferansa katılan Devletler “demokratik ve çoğulcu bir toplumun temel bir unsuru olan ifade ve haber alma özgürlüğüne saygı duyulmasını kriz zamanlarında da temin etme hususundaki kararlılıklarını” ve üstlendikleri sorumlulukları vurgulamışlardır. Devletler; gazetecilerin güvenliklerine karşı bir engel ve tehdit olmaksızın, kriz durumlarına ilişkin özgür ve bağımsız bir şekilde haber aktarabilmelerine ve bu hakkı ilgili uluslararası belgelerde düzenlenen kısıtlamaların ötesinde herhangi bir kısıtlamaya gidilmeden kullanılması üzerinde mutabık kalmışlardır.

Siyasal iktidarlar haberlerin serbest dolaşımını, gerçeklerin öğrenilmesini, bilgi edinme hakkını ne kadar “denetim altında” tutabilirlerse bir o kadar iktidarlarını sürdürebileceklerini zannettikleri için; internet ortamındaki yayınlara ve sosyal ağların tarafsızlığına karşıdırlar, sansürden yanadırlar.

O yüzdendir ki, Twitter ve İnterneti yavaşlattılar. Amaçları iletişimi engellemektir.

Kriz zamanlarına kamuoyunun bilgiye erişim hakkı çok önemlidir. Gazetecilerin ve herkesin kriz zamanlarında ifade özgürlüğü korunmalıdır. Gazetecilere inanabilmektir asıl sorun. Gazetecilerin haberlerini araştırabilmek, gereken tedbirleri almak ve felaketlerin önlenebilmesidir asıl görev; kriz ve felaket zamanlarında gazetecileri ve haberlerini önlemek değildir.

Herkesin hakkı olan İnternet bulunabilmiş en özgür iletişimdir. İnternet ortamında iletişime katılanların özerkliği ve yarattıkları toplumsal örgütlenme günümüzün dijital gerçeğidir. Bu dijital gerçek; bu depremle ortaya çıkmıştır. Ağ tarafsızlığı sosyal medya ağları üzerinde verilerin internet üzerinden serbestçe dolaşabilmesidir ki; bu dolaşıma müdahale edilemez. Bu dolaşım sayesinde göçük altında kalan insanlar ve hayatlar kurtarılabilmiştir.

Kurtarılan insanlar Twitter üzerinden, internet üzerinden gönderdikleri seslerle hayatta kalabildi.

Sosyal Ağların evrenselliği, güvenceli iletişimle sağlanabilir.  Ama eğer devletlerin müdahalesiyle sosyal ağlarda verilerin serbest dolaşımı engellenirse; sosyal ağ kullanıcılarının güvenlik ve ifade özgürlüğü hakkı ihlal edilmiş olur.

Deprem nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından olağanüstü hâl ilan edildi, Meclis bu kararı onayladı.[ii]

Afet zamanında olağanüstü hâl yönetimini göreceğiz, bakalım hangi temel haklar sınırlandırılacak?

Eskiden olağanüstü denilen, ama yaşamımızda ağır izler bırakan haller olağan hallere dönüştürülmüştü, acaba şimdi hangi haklar ihlal edilecek?

Geçmişte olağanüstü dönemlerde ne kadar hak ihlali yaşanmışsa; ifade ve basın özgürlüğü ne kadar hiçe sayılmışsa, OHAL her şeyi yeniden olağanlaştırılacak anlaşılan…

Gazeteciler neleri gözler önüne serdi? Hangi soruları sordurdu?

Ne haberler yaptılar ne görüntüler verdiler ki; iyi ki varlar. İyi ki gazetecilikleri ile gözümüz, kulağımız, sesimiz, feryadımız, isyanımız, öfkemiz oldular!

Gazetecilerin yaptıkları haberlerinden, söyleşilerinden, devleti yönetenlerin yaptıkları açıklamalardan, çekilen acıların bilançosundan, ölenlerin ve yaralıların en acımasız dertlerinden, yoklukları dile getirenlerin eleştirilerinden, halkın kendisinden, insanların öfkelerinden, durun gitmeyin diyenlerin yalvarmalarından, vinç arayanların isyanından, vinç olmak isteyenlerin yakarışlarından, umutsuzluklarından neler öğrendik?

Gazetecilerin sayesinde ortaya çıkan öğreti çok açık: Devlet yaşam hakkını ihlal etmiştir.

Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Devletler yaşam hakkına yönelen tüm tehditlere karşı etkili bir engelleme sağlamak amacıyla yasal ve idari düzenlemelerini yapmakla ve etkili biçimde ortaya koymakla yükümlüdür. Uygulamaya yönelik tedbirleri almak devletin görevidir. Bu tedbirlere, doğal afet etkilerini azaltmaya yönelik uygun tedbirlerin alınması da dahildir.

Hayati tehlike yaratan deprem riski dikkate alınmamışsa, binaların ve inşaatların ruhsatlandırılması, inşa edilmesi can güvenliği için “tehlikelidir”. Bu nedenle en kısa zamanda pratik tedbirler alınarak binalar ve işletmelerin güvenlikleri sağlanmalıydı. Hastaneler çökmemelidir. Köprüler yıkılmamalı ve uçak pistleri kullanılamaz hale gelmemeliydi. İmar affı çıkarmak, ölüme davetiye çıkarmaktır, gördük.

Kamu sağlığı için tedbir alınmalıdır. Kamusal alanlar, inşaatlar, konutlar doğal afetlere karşı korunmalıdır. Herhangi bir tehlikelik tespiti olmasa bile yollar, demiryolları, gemiler, aklınıza gelen “hayati tehlikeye yol açabilecek başka yerlerin” uygun şekilde korunmaları sağlanarak yurttaşların yaşamını korumak için gereken tedbirleri almak gereklidir ve devletin yükümlülüğündedir.

Devlet görevlilerinin, özel kişilerin, bilinmeyen kişilerin, binalara ruhsat verenlerin, izin verenlerin, denetim yapmayanların, inşaatları projesine uygun yapmayanların, kısacası sorumluluk kime aitse haklarında etkili bir soruşturma açılmalıdır. Ortaya çıkan zararlardan doğan sorumluluk sadece bu kişilere değil ayrıca devlete aittir.

Ölümlerin soruşturulması devletin yükümlülüğüdür. Böylece yasayla korunan yaşam hakkının korunmasında yasal mevzuatın etkili biçimde uygulanıp uygulanmadığını tespit ederek sorumluların yargı önüne çıkarılıp hesap vermeleri sağlanmalıdır. Kamuoyu tarafından bu soruşturmanın nasıl yürüdüğü ve sorumluların kimler olduğu bilinmelidir. Hayatını kaybedenlerin ve yaralıların ve onların yakınları bilgi alabilmeli, soruşturmada ortaya çıkacak gerçekleri öğrenebilmelidirler.

Adalet Bakanı söyledi ve görevlendirilen savcılar sorumlular hakkında “tahkikatlar” açtılar.

Dolayısıyla savcılar yasaya aykırı işlem yapmış ne kadar sorumlu varsa tespit edecekler ve kimler sorumlu ise haklarında ceza davası açacaklar.

Acaba devletin insanların yaşam hakkını ihlali iddiasıyla açılmış bir “tahkikat” var mı?

13.02.2023

[i] Murat Sabuncu yazısında var…Kafa diken Profesör Dr. Talat Kırış, parktaki Doktor Canan Kaftancıoğlu.

[ii] 08.02.2023 tarih ve 6785 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN