Post image
Yuh!!! diyen kadınlar

yuh-diyen-kadinlar-108225-5

ÇİĞDEM ÜLKER

Fulya Bayraktar, Notabene Yayınları’nın Ağustos 2015’te yayımladığı “YUH!”da 22 öykü var. Çok yönlü gözlemin, dünyayı dikkatli bir seyredişin ve hayatı anlama çabasının edebiyata dönüşümünü zevkle okudum. Adana’da geçen çocukluğun hatıralardan süzülüp edebiyata evrilmesini, sözcüklere hatta harflere bile yoğunlaşan zekânın yazıda ışımasını heyecanla izledim.

YUH!’un öyküleri edebiyatımıza eser sunacak bir yazarla karşılaştığımızı düşündürdü bana.

YUH!’un öykü kişileri hep kadın. Fulya Bayraktar, kadınları, hayatın sonsuz anlarından birinde yakalayıp görünenin ardındaki yüzüne bakıyor. Sayısız kadın onlarca durumun içinde deviniyor ve sürekli düşünüyor. Bayraktar’ın yazarlığını belirleyen, kalemini yönlendiren dinamiğin bu olduğunu düşünüyorum. Onun öykü kadınları, düşünüyor yorumluyor ve kendileriyle konuşmayı hiç bırakmıyor ve yazar bu sessiz konuşmaları seslendiriyor.

“MESELA” adlı öyküde de böyle bu. Zahir’in karısı Zeliha sevdiğine telsiz duvaksız gitmeyi göze alan cesur yiğit bir kız. Bir Anadolu kadını. Kendi iradesiyle karar verebilecek bir içsel gücü de var. Öykü boyunca kendisinin ve başkalarının davranışlarını yorumlamaya çalışır. Empatiyi çoğu zaman başarır ve hoşgörür kabalıkları. Ama yazar; “empati nereye kadar?” sorusu üzerinde düşünmüş olmalı ki Zeliha’yı; “Olmaz artık bu olamaz” anındaki kararıyla finale taşır.

Kocasının yeniden evlenmesini hoş göremez Zeliha. Ağulardan süzülüp gelen sabır, acıyı bal eyleyen tevekkül, bağrına taş basan kabul ve tahammül bitmiştir.

Kadın; artık olmaz diyen son noktadadır. Bu, insanın trajik olana yürümeyi göze aldığı andır. Edebiyatın, mitolojinin, bıkmadan anlattığı, yazdığı, göstermeye çalıştığı andır. Yeni moda kişisel gelişim kitaplarının hiç anlayamayacağı andır. Empati dedikleri uyuşturucu, gözbağcı aslında pek de mümkün olmayan zamane klişelerinin ötesinde, başkaldıran insanın halidir. Kasabalı Zeliha’nın yaşadığı; en çaresiz anda dahi başkaldırının mümkün olduğunu söyleyen felsefenin söylediğidir. “Felsefenin temel sorunu intihardır” diyen Camus’nun işaret ettiğidir. Evet; hayat haksızlıklarla, zulümlerle doludur ama yapacak hiç bir şey kalmadığında bile hâlâ bir seçenek vardır. Zeliha’nın ölümü seçişi, intihara yürüyüşü bir seçenektir ve olası bir insanlık durumudur.

Fulya Bayraktar’ın öykü kadını Zeliha; uğradığı haksızlık karşısında “intiharı” seçerken son bir jest yapmayı da ihmal etmez. Kocasının yeni karısına, kumasına ağır bir altın bilezik takar sonra ırmağa yürür. Bu; yok sayılan varlığını son kez ispatlama çabası, ben varım deme ihtiyacıdır, intiharla bile olsa kendini kanıtlama eylemidir. Zeliha’nın bu trajik kararı ile kaderin tezgâhında dokunan değişecek, sabah başka bir gün başlayacaktır.

Şöyle okudum Fulya Bayraktar’ın öyküsünü: Haksızlığa boyun eğmemek, teslim olmamak için bir çıkış yolu hep olabilir, kaderi değiştirmenin mümkün olmadığı zamanlarda dahi onu yırtıp atmak, “hayır” demek mümkündür. Ama “intihar” değerli bir eylem olanağı mıdır bu elbette başka tartışmaların konusudur.

Hayatı kavramak ise ister öyküde olsun ister hayatta ancak onu tartışmaya başladığınızda olasıdır.

‘Harflerin ağırlığı’ altında ‘bastıra bastıra’

Fulya Bayraktar’ın ithaf cümlesi, kadın karakterlerinin davranış özelliklerini bir anlamda özetlemektedir:

“Hayatının hemen her döneminde ‘harflerin ağırlığı’ altında ezilen, duygularını ‘bastıra bastıra’ yaşayan ve ardında çokça ‘bitik söz’ yaşayan anneme.”

Bu; aslında bu kadim toprakta bizim kadınımızın ortak kaderidir; yoksulluk, olanaksızlık, töre sarmalında sıkışan, “hiç yaşamamış gibi ölen” bizim kadınlarımızın hikâyesidir. “Ellerinden Öperim”de kadının babayla olan çatışmasını ve son hesaplaşmada affeden olgunluğunu “Bekleyiş”te çaresizlik içindeki hamile Müjgan’ın çıkmazını; “Boyalı Saçlı Kadın”da -ki kitabın en parlak öykülerinden düşünüyorum- hep bu trajik yazgı dile gelir. Annenin feryadı; ihaneti ve yoksulluğun çıkmazını acılı bir balad gibi haykırır. “Gülbeyaz” ve YUH!! adlı öykülerde devinim içindeki kadın karakterler öykülemenin çıtasını yüksekte tutar.

Fulya Bayraktar; bir söyleşide öyküye bakışını şöyle açıklar:

“Öykü bir tartma, tartışma platformu aynı zamanda. Örtülü olarak değer yargılarının, bakış açılarının, ideolojilerin, yaşam içindeki duruşların, benzerlikler ve farklılıkların tartışıldığı nitelikli bir platform. Öyküyü seçmemde, olanaklarının çokluğunun da cazibesi var.

Edebiyatın yaygın ve egemen olduğu toplumda, şiddet yerine sevginin, savaş yerine barışın, kıskançlık yerine üretkenliğin, sömürü yerine çalışkanlığın egemen olacağını düşünüyorum. Şiddete dönüşmeyen, sosyal, kültürel, ekonomik birikimin sonucu dillenen düşüncenin, baskıyla, zulümle, hatta cinayetle yok edilmeye çalışılmaması için de edebiyatın öncelenmesi gerek düşüncesindeyim. Birbirini anlayan, sorgulayan, hoş gören, hak verebilen, duygu ve mantığını birlikte kullanarak ilkel içgüdüsünü terbiye edebilen insanların varlığı, nitelikli bir edebiyat ortamının varlığında saklı diye düşünüyorum.”

Edebiyat üzerinde düşünen, yazan, yorumlayan Fulya Bayraktar’ın üslup sahibi bir yazar olarak, Türkçe öyküye bir boyut kattığını düşünüyor ve ona “Hoş geldiniz edebiyatımıza” diyorum.

YUH!

Fulya Bayraktar

Notabene, 2015

(Birgün, 28.01.2016)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN