Post image
Zehra İpşiroglu’ndan ‘Hatırlayamadıklarımız’

 

Ayşe SARAL

Son yıllarda toplumsal cinsiyet alanında yazdığı tiyatro oyunlarıyla ve Duygu Asena Roman Ödülü alan Haneye Tecavüz romanıyla da dikkat çeken usta yazar ve akademisyen Zehra İpşiroğlu yeni romanı Hatırlayamadıklarımız (Kırmızı Kedi Yayınevi) ile kadın sorunlarını bu kez çocuk tacizi gibi çok çarpıcı bir konuyla farklı bir açıdan gündeme getiriyor.

Derin, Suzan, Selen, Selim ile Yunus’un yaşadıkları ve anlattıkları, bu ülkede yaşanan nice şiddet olayının birer küçük örneği Hatırlayamadıklarımız, İpşiroğlu’ndan sonu her şeye karşın umuda açılan çoksesli bir roman. Kadın cinayetlerinin günden güne arttığı, çocuk ve kadın haklarının hiçe sayıldığı, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırıldığı bir ortamda da çok anlamlı.

HATIRLAMAK BAZI ŞEYLERİ DEĞİŞTİRMENİN TEK YOLU

■ Yeni romanınız Hatırlayamadıklarımız’ı okurken ben de belleğimi zorlamaya başladım: Neyi hatırlıyoruz, neyi hatırlamıyoruz, neden? Romanınızın adı “Hatırlayamadıklarımız” olduğuna göre sanırım bu soruyla başlayabiliriz.

Hoşumuza gitmeyen, işimize gelmeyen şeyleri kolaylıkla yok sayabiliyoruz. Hatırlamak bazen çok can acıtıcı olabiliyor. Travmatik olaylarda hatırlamak öfkeye öfke yüzleşmeye yol açıyor ki yüzleşmenin yol açabileceği yaralar tahmin edemeyeceğimiz kadar derin. Kurbanlar da failler de gerçeklerle yüzleşmekten korktukları için hatırlamak istemiyorlar. Ama hatırlamak bazı şeyleri değiştirmenin tek yolu. Biliyorsunuz günümüzde hatırlama kültürüne çok önem veriliyor.

■ Romanınızın bütün acılara ve travmalara karşın umutla bitmesinin nedeni de bu sanırım değil mi?

Yüzde yüz öyle. Biz yaşanan acıları, adaletsizlikleri kilerin karanlığında gizlersek onlar kaybolmuyor ki. Nitekim romanımın kahramanlarından Selen bunu denediğinde duvarlara öyle bir tosluyor ki neye uğradığını şaşırıyor.

AİLEDE OLUP BİTEN AİLEDE KALIR İDEOLOJİSİ YALAN BİR DÜNYAYA HAPSEDİYOR!

■ Selen ‘in büyük bir adaletsizliği izlemeye çalışan ailesiyle mücadelesi beni çok etkiledi. Ama bir yerde de ailesine ihanet ediyor öyle değil mi?

İhanet değil yüzleşmek, doğruyu bulma adına, adalet adına yüzleşmek. Yoksa adaletsizliklerle dolu yalan bir dünyanın içinde hapis kalacak ki çoğu kez bu yolu tercih ediyoruz. Ailede olup biten ailede kalır ideolojisi de bunu pekiştirmiyor mu?

■ Bu kısır döngüyü kırmak çok büyük bir güç istiyor?

Tabii ki kolay değil ama vicdanınız bir kez bizi ele geçirince onu susturmamız mümkün değil. Selen de yaşanılan onca şeyden sonra kendini suçlu hissediyor, neredeyse işbirlikçi gibi. Bunu aşmak için de olağanüstü bir mücadele veriyor. Ama bu mücadelede yalnız değil. Öte yandan mücadele süresince keşfettikleri bazı şeylerin bilincine varmasını yol açıyor ki bu da karanlığın dışına çıkmasını sağlıyor.

■ Romanınızın bütün acılara ve travmalara karşın yine de umut dolu olması beni etkiledi. Açıkçası yarattığınız tüm roman kahramanları içinde en çok Selen ‘den etkilendim. Onun yaşadıklarını yaşasaydım onun kadar güçlü olabilir miydim bilmiyorum.

Doğrusu ben de bilmiyorum.

 

 

BEN-ANLATIM

■ Romanınızda montaj tekniğini uygulamışsınız. Zaman ve mekân sıçramaları büyük bir dikkat yoğunluğunu koşulluyor. Bir de anlatılanlar çok yoğun öyle ki okuyucu zaman zaman soluklanma ihtiyacını hissediyor. Neredeyse minimalist bir yaklaşımla az sözle çok şey söylüyorsunuz yine de anlatımınız yine de akıcı. Bu biçemi seçmenizin belli bir nedeni var mıydı?

Aslında romanın kurgusu konuya bağlı. Romanın başkişileri Suzan ve Selen’in yaşadıklarını ancak iç monologla verebilirdim. Olayları hep belli kişilerin açısından ben-anlatım olarak anlatıyorum, her birinin anlatım üslubu, konuşma tarzı yaşadıklarına bağlı. Söz gelimi çocukken tacizi yaşamış olan Suzan’ın suskunluk anlarıyla dolu neredeyse şiirsel bir anlatımı var. Selen’in olayları araştıran ve anlamaya ve çözümlemeye çalışan akılcı yanı ağır basıyor ya da Yunus geçmişi hatırlarken tam bir varoş ağzıyla konuşuyor. Karakterlerin söylem biçimleri okuyucunun onları gözünün önünde canlandırmasını da kolaylaştırıyor sanırım. Yani konu ve biçim birbirinden ayrılmaz bir bütünü oluşturuyor.

■ Romanın neredeyse teatral bir yanı var, zaten siz bu romanın tiyatro ve film ya da dizi versiyonları olduğundan da söz etmiştiniz.

Babalar, Amcalar ve Diğerleri ile Erkeklik Hapishanesi romanın tiyatro uyarlaması. Erkeklik Hapishanesi yakında İzmir’de sahnelenecek. Dizi ya da film projesine gelince sinema oyuncusu arkadaşım Serap Aksoy’un girişimiyle bir arayışa girdik, ama henüz bir yapımcı bulamadık. Kim bilir belki de konunun sertliği de insanları irkiltiyordur.

İKTİDAR VE GÜÇ ÇEMBERİNİ KIRMAK YOLUNDA UMUT, BİR ŞEYLERİ DEĞİŞTİREBİLMENİN İLK ADIMI!’

Çok vurucu ve sert bile olsa umut dolu bir yaklaşımınız var.

Umut bir şeyleri değiştirebilmenin belki de ilk adımı. Yaşananlar öylesine korkunç ki insanlar donup kalıyorlar. Öte yandan sorunları yok saymak, görmezden gelmek gibi bir koşullanmamız var. Bu koşullanma işin içine sevdiklerimiz annemiz, babamız, ailemiz girince büsbütün yoğunlaşıyor. Bunun dışına çıktığımız anda insan Suzan’m öyküsünde gördüğünüz gibi kolaylıkla yalnızlığa itilebilir. Sorunları deşmek, gerçeği ortaya çıkarmak riskli, bu riski herkes kolay kolay göze alamaz. Öyle olduğu için de adaletsizlikler, aile içi şiddet, çocuk tacizi gibi sorunlar sürüp gidiyor. Yani umut motivasyonu sağlıyor ama yeterli değil, daha fazlası gerekiyor.

■ Tek tek karaktere baktığımızda romanınızın hem psikolojik hem de sosyal eleştirel, dahası politik bir yanı olduğunu düşünüyorum.

Haklısınız. Olayların saygın bir çevrede tanınmış bir politikacının ve ünlü bir şairin çevresinde geçmesi yalan duvarlarını kırmayı büyük oranda zorlaştırıyor. İktidar ve güç çemberini kırmak neredeyse olanaksız gibi. Roman kişilerinin bu imkânsızlığa karşı savaşırlarken önce kendilerini aşmaları gerekiyor, ikinci adım ise iktidar ve güç mekanizmalarını elinde tutan kurumlara karşı savaşmak. Bu açıdan romanın kuşkusuz sosyal eleştirel bir yanı var.

■ Romanda önemli bir yer alan “Hatırlayamadıklarımız” sergisi çok çarpıcı. Sergiye saldırı bugün yaşadıklarımıza da gönderme yapıyor. Romanın başında, özellikle de finalinde Selim sergiyi uzun uzun anlatırken sanki böyle bir sergi gerçekten varmış gibi bir duygu oluşuyor okuyucuda… Ne güzel..

Demek ki Selim sergiyi iyi anlatıyor…

Bence sadece romanda anlattığınız çerçeve içinde kalarak da gerçek bir sergi ya da müze tasarımı yapılabilirdi. Kurmaca serginiz öylesine zengin ki öyle çok malzeme sunuyor ki bizlere. Bu da okuyucunun hem düşünmesini hem de hayal gücünü tetikliyor. Biliyor musunuz ekonomik gücüm olsaydı Hatırlayamadıklarımıza dayanan bir müze açmak isterdim: İçinde kişisel tarihimizden, yakın tarihimizden neler olurdu neler… Hatırlayamadıklarımızı bilinç düzeyine çıkardığımızda ne çok malzeme çıkıyor ortaya.

(Cumhuriyet Kitap, 21.12.2023)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN