Post image
Tuz kirlendi, insanın ruhu çürüdü

 

Ümran AVCI

Ezgi Tanergeç, “Tuzlu Yüz”de tuzculukla geçinilen köyden yola çıkarak içimizdeki şeytan ile iyinin çatışmasını anlatıyor. Yazar, “Kitapta geçen ‘tuz kirlendi’ lafının çok katmanlı anlamları var… Orada bir hurafe gibi duran o kadim cümle, aslında öngörülü bir çevreci bilgeliğin uzantısı olabilir. Tuzun çevresel etkenlerle bozulmaya başlaması, gölün giderek küçülmesi, aynı zamanda insan ruhundaki çürümeyle bağlantılı olarak düşünülebilir. Çünkü meydana gelen bu ateşin ilk fitilini insan attı. Ekosistemin bozulması uzun yıllardır insan eliyle yapılan faaliyetlerin bir sonucu” diyor.

 Ezgi Tanergeç, üçüncü kitabı “Tuzlu Yüz”de ‘tuzculuğu’ ana eksene alıyor. Yazar “Benim anlattığım hayali köyde, insanların tek geçim kaynağı olan, şifacı tuz; aynı zamanda onların belki de sonunu hazırlayacak güvensiz bir nesneye dönüşmeye başlıyor” diyor.

Roman, evini ve ailesini geçindirmekten başka bir derdi olmayan kahramanın zihninde geliştirdiği bir cinayet planı ile başlıyor, insan emeği ile insan ruhunun derinliklerine uzanan yazar, okurun vicdan ve adalet duygularını dürtüyor. Aynı zamanda da evrenin tek sahibi olduğunu sanan insanın duyumsuzluğuna ayna tutuyor. Romanda sıkça geçen “tuz kirlendi” sözüyle insanlığın çürümüşlüğüne gönderme yapan Tanergeç; emeğin sömürülmesinin yarattığı yıkıcılık üzerinden içimizdeki şeytan ile iyinin çatışmasını gözler önüne seriyor.

■ Tuzculuğu odağınıza almanızın hikâyesi ile başlayalım…

Kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerle ilgili yıllar öncesinde yaptığım bir araştırma aklıma geldi bir gün. Bu vesileyle tuzculuğun da bir meslek olarak tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu fark ettim. Araştırdıkça tuzun kendisi, tuzculuktan daha çok ilgimi çekmeye başladı. Tuz çok ilham verici, özel bir madde. Hem tükenmekte olan bir kaynak, hem yakıcı hem koruyucu özelliğe sahip. Benim anlattığım hayali köyde, insanların tek geçim kaynağı olan, şifacı tuz; aynı zamanda onların belki de sonunu hazırlayacak güvensiz bir nesneye dönüşmeye başlıyor. Ömürlerini adadıkları, kazıp toplayarak geçimlerini sağladıkları, sırlarını içine gömdükleri tuzu kaybetmek üzereler. Bunun hikâyesini anlatmak bana çok heyecan verdi. Tuz aynı zamanda parlak beyazlığıyla, görsel çağrışımlarıyla da çok farklı ve elverişli bir atmosfer de hazırlıyordu romanın geçtiği mekânları resmedebilmek için. O yüzden hemen kolları sıvadım, yazmaya başladım.

■ Roman, bir cinayet planı ile başlıyor.

Ki bunu yapan, köyün temiz kalpli, evini çekip çevirmekten başka bir derdi olmayan romanın ana karakteri Haydar. Vicdan kavramı üç romanımda da önemli bir konumda bulunuyor. “Tuzlu Yüz”de vicdanın altını daha iyi çizebilmek için farklı bir yöntem uyguladım. Haydar’ın iç seslerini birer yardımcı karakter gibi romana yerleştirdim. Roman bu seslerle başlıyor ve Haydar’a öldürmesini söylüyor. Hepimizin zihninde birbiriyle çelişen, birbirine tezat sesler duyulur bazen. Biri yap der, biri yapma… Bazen karanlık taraf aydınlık taraftan daha ağır basar. Bu durumu abartarak o sesleri Haydarla konuşan

■ Romanın başında ve ortasında bir yan karakter olarak duran Haydar’ın eşi Meryem, finale doğru içindeki cevheri çıkararak âdeta sahnenin ortasına yerleşiyor. Bir kadının dönüşümünü izliyoruz deyim yerindeyse…

Kadın bakış açısı bu kez erkeğe karşı değil, aslında ‘erkekle birlikte’ gelişen, bütünün hayrına olan bir güç olarak karşımıza çıkıyor. Meryem, diğerlerinden farklı olarak kabullenme ve bekleyiş yerine, mücadeleyi ve çözüm arayışını seçiyor. Aslında şartların kontrolü ele geçirmeye zorladığı bir kadın. Belki yaşananlar olmasa o da yeteneklerinden ve yapabileceklerinden habersiz, ev işleri ve çocuk bakımından ibaret hayatına devam edecekti. Ama onun mücadelesi, kendisini kurtarmaya çalışırken aslında herkese derman olan bir hayat kavgasına dönüşüyor. Yani kadın bakış açısı yalnızca kadınların değil, aslında herkesin yararınadır. kişiliklermiş gibi belirginleşirdim. Haydar’ın hangi sesleri dinleyeceği vicdanının bir izdüşümü. Bu vesileyle okuyucunun da içindeki seslerle tekrar yüzleşebileceklerini düşünüyorum.

■ Romanda ekosistemin bozulması, tuzun kalitesinin düşmesi, gölün küçülmesiyle insanlığın çürümesi aynı paralelde yürüyor… Bu bağlamda “tuz kirlendi” sözünün altını çizmeden geçmek istemem…

Tuz, fiziksel varlığının önemi dışında pek çok kültürde farklı anlamlarıyla yer etmiş, inanışlara, ritüellere konu olmuş bir sembol aynı zamanda… Ben de anlattığım hayali köyde tuzu o coğrafyaya uygun düşen hayali inanışların arasına yerleştirdim. Bence “tuz kirlendi”nin çok katmanlı anlamları var… Orada bir hurafe gibi duran o kadim cümle, aslında öngörülü bir çevreci bilgeliğin uzantısı olabilir. Belki de köylü o kadar cahil değildir, yeni nesle açıklamayı unutmuşlardır sadece. Tuzun çevresel etkenlerle bozulmaya başlaması, gölün giderek küçülmesi, aynı zamanda insan ruhundaki çürümeyle bağlantılı olarak düşünülebilir. Çünkü meydana gelen bu ateşin ilk fitilini insan attı. Ekosistemin bozulması uzun yıllardır insan eliyle yapılan faaliyetlerin bir sonucu. Ekosistemin parçası olup da dengeyi bu kadar bozan başka canlı türü yok.

(MİLLİYET KÜLTÜR SANAT, 23.11.2025)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN