Post image
Ruha ilaç gibi bir kitap: Eczanedeki Kırmızı Dolap

 

SÖYLEŞİ: PELİN AYKIN

Kurtuluş Savaşı döneminde İstanbul’da içi zehirlerle dolu olması beklenen, ancak ucu Atatürk’e uzanan kırmızı bir dolap. Adanalı Dioscorides, Nâzım Hikmet, Agatha Christie, Ali Poyrazoğlu ve daha nicelerinin yer aldığı bir kitap… Hepsinin ortak noktası da eczacılık! Eczacı Sinem Us, eczacılıkla ilgili biriktirdiği materyallerin ardındaki etkileyici hikâyeleri Eczanedeki Kırmızı Dolap kitabında okuyucuyla buluşturdu. Remzi Kitabevinden çıkan kitap, farklı alanlardan gelen isimlerin eczacılıkla bağlantılı ilginç hikayeleriyle hersayfada şaşırtıyor. Biz de Sinem Us’la ruha dokunan bu hikâyeleri, yıllardır süren çalışmasını ve planladığı eczacılık müzesini konuştuk.

Kitabınız Matruşka gibi sanki içinde bir sürü kitap barındırıyor. Bu kadar büyük bilgi hazinesini tek bir kitapta nasıl topladınız? Kitap ne kadar sürede oluştu?

Çıktığım yurt içi ve yurt dışı seyahatlerimde müzeleri, sahafları ve antikacıları gezmekten büyük keyif alıyorum. Eczacılık, doğa ve sağlık konusundaki müzelerin koridorlarını bir kitabın sayfalarında dolaşır gibi adımladım. Bir yandan da yaklaşık onyıldır mesleğimle ilgili eski belge ve objeleri koleksiyonerlerden, antikacılardan, mezatlardan toplarken koleksiyonumdaki her bir parçanın bilinmeyen hikâyesini daha derine inerek, kazı yapar gibi bulup çıkarmak ve bu bilginin ışığında bir kitap hazırlamak en büyük hayalimdi.

Kitaptaki her deneme eczacılık tarihinin yanı sıra edebiyat, sanat, tarih gibi pek çok alanlara da ışık tutuyor. Bu kadar bilgi su gibi akıp gidiyor ve kendinizi kitabı bitirmiş hâlde buluyorsunuz. Bunu nasıl başardınız?

Eczacılık tarihinin kültür boyutunda toplumlarda derin etkileri olmuştur. İnsanlık tarihi boyunca eczacılar hep aydın sınıfında toplumun entelektüel bir parçası olarak halkı iyileştiren, sağlığını koruyan kesimdi. Eczacılık ilaç hazırlayıp topluma şifa dağıtırken aynı zamanda sanatın, bilimin, felsefenin içinde olan bir meslekti. O dönemde eczaneler bir şifahane olduğu gibi aynı zamanda sanatçıların, yazarların buluştuğu, sohbet ettiği birer kültür merkeziydi. Avrupa’da tarihî eczanelerin mimarisinin, mobilyalarının, ilaç kavanoz ve etiketlerinin âdeta birer sanat eseri olduğunu görebilirsiniz. Tabii bundan Türk eczacılar da etkilenmiştir. Ben de yaptığım araştırmaların ışığında bu bağlantıları bir yapbozun parçalarını birleştiriyormuş hissiyatıyla yazdım.

Kitabınızda “tiryak” gibi edebiyata geçmiş daha sonra da günümüzde kullandığımız “tiryaki” kelimesinin kökenini oluşturmuş ilaçlardan da söz ediyorsunuz. Bazı ilaçların günlük hayatımıza ve edebiyata bu kadar nasıl sirayet etmiş olabilir?

İlaç isimlerinin dilimize, kültürümüze iz bırakmasının altında yatan temel neden şudur; ilaç sadece fiziksel anlamda bedene iyi gelmez, ruh hâlini, yaşam standardını yükseltici etkisinden dolayı toplum içinde ilaçlar bir sembol gibi duygu durumunu ifade etmek için deyimlerimize de girmiştir. Gündelik hayatta bazen “ilaç gibi geldi” deriz. Kitabımda ünlü şair ve yazarımız Behçet Necatigil’in hap, gargara gibi ilaç isimlerini kalemine çokça taşıdığından bahsettim.

Bir yazısında “Şiir kontrol hapı olmayan şairlerden korkunuz” diyerek ironi dolu bir metafor yapar. Ya da William Shakespeare’in ilaçları ve zehirlerini yazdığım denemede çokça çıkar karşımıza metaforlar. Örneğin, yazının sonunda Macbeth “Hangi toz, hangi ilaç, hangi müshil atar içimizdeki şu İngilizleri?” diye sorarak hasta olarak gördüğü İskoçya’yı iyileştirecek ilaçlar aramasını söyler.

Ali Poyrazoğlu’ndan Fikret Otyam’a, Nâzım Hikmet’ten Melih Cevdet Anday’a pek çok sanatçı, yazar ve şairin eczacılıkla bağlantılı olduğunu öğreniyoruz kitabınızda. Bu bağlantılar çok beklenmedik yerlerden çıkıyor. Nasıl keşfettiniz bu kadarfazla ve ilginç hikâyeyi?

Melih Cevdet Anday’ın ailesinde tıp ve eczacılık tarihimize damga vuran değerli isimleri görmemiz bizi şaşırtmaz. Melih Cevdet Anday’ın dedesi Osmanlı İmparatorluğunun ilk eczacı paşasıdır. Yaptığım araştırmalar sırasında Poliopocalpio Laboratuvan’ndan aldığım eski ilaç şişe ve kutularını kimin ürettiğini araştırırken, karşıma Melih Cevdet Anday’ın amcası, ülkemizin ilk çocuk hastalıkları doktoru olan Kadri Raşit Anday ve eczacı oğlu çıktı.

Ali Poyrazoğlu ve Fikret Otyam ise babalarının eczacı olmasından dolayı laboratuvarda ilaç kokusuyla büyümüş ülkemizin iki değerli sanatçısıdır. “Hastalıkları Güldürerek Kaçıran” adlı hikâyemde Ali Poyrazoğlu’nun eczacılık eğitimini nasıl yarıda bırakıp tiyatro sahnesine çıktığını görüyoruz.

Fikret Otyam’ın çokyönlü sanat kariyerinde çocukluğunun eczanede geçmesinin önemli rol aldığını söyleyebiliriz. Eczane kalfası olarak küçük yaştan beri çalışan Fikret Otyam, eczaneye gelen hastaları gözlemler ve bir röportajında “Halkımı o yaşlarda eczanede tanıdım. Dürüstlüğü, insan sevgisini babamdan öğrendim” diyecektir.

Nâzım’ın Bursa Yılları adlı kitap, Bursa Hapishanesinde yatan Nâzım Hikmet’i daha iyi anlamamı sağladı. Ve Bursa Hapishanesindeki revir penceresinden şu şiiri kaleme alır büyük usta: Hapishane revirinde penceredeyim I Duymuyorum ilaçların kokusunu / Bir yerlerde karanfiller açmış olacak.

 

 

Sanatın pek çok alanında olduğu gibi çizgi romanlarda da eczacılığın izlerini sürüyor, hayal dünyasındaki eczacıları da okurunuzla buluşturuyorsunuz. Bu farkındalığınızın kaynağı nedir?

Asteriks’i hâlâ severek okurum. Orada köyün şifacısının kazanında kaynattığı iksir, kuvvet şurubudur. Çocukların hayal dünyasında tanıştığı ilk eczacılardan biridir köyün şifacısı Getafix. Sanırım ben de çocukluğumda tanıştığım o iksirin sırrının peşine düşerek eczacı oldum. Red Kit’in bir serüveninde yaptığı ilaçları at arabasıyla gezerek kasabalarda satan sahte eczacı Dr. Doxey var bir de! Gölge oyunu kahramanlarımız Hacivat ve Karagöz’ün bir oyununda da eczane çıkar karşımıza. Sevimli Hayalet Casper, Afacan Dennisde eczacılık kültüründeki izlerini araştırarak okura sunduğum hayal kahramanlarıdır.

Kitabınızda 1977’de bir hemşirenin okuduğu bir roman sayesinde bir bebeğin hayatını kurtarmasıyla başlayan bir öykü var. Bu öykü aslında sanatta da bilimde de olsa adanmışlığın ortaya konulan eser üzerindeki etkisini göz önüne seriyor.

Birinci Dünya Savaşı’nda gönüllü hemşire ve eczacı kalfası olan Agatha Christie, 1917’de eczacılık üzerine bir sınavı geçerek sertifikalı ilaç hazırlayıcısı olur. Christie eczacılık eğitimi ve hastane eczanesindeki deneyimi sırasında zehirler üzerinde derinleşir. Christie bu konuda yıllar sonra şöyle diyecektir: Etrafımda bu kadar çok ilaç ve zehir varken ilk cinayet romanımda zehir kullanmam çok doğal. Bilim ve edebiyatı ustalıkla birleştiren Christie’nin romanlarında zehirlenme olayları gerçek hayatta okuyucularına, adli tıp uzmanlarına ve adli davalara ışık tutar.

Ve kitaba ismini veren, kitabın yazılma amacını net bir şekilde anlatan eczanedeki kırmızı dolap… Bu öykü Türk eczacısının bilginin ışığını taşımakla kalmayıp cesaretiyle vatan savunmasında oynadığı önemli rolü anlatıyor. Bu öyküyü anlatır mısınız?

İşgal İstanbul’unda, bağımsızlık savaşını başlatmak üzere Atatürk’ün Samsun’a çıkmasının ardından, direnişe yardım etmek amacıyla gizli örgütler kurulur. Bu örgütlerin görevi Anadolu’ya bilgi taşımak, cephane yardımı yapmak ve insan kaçırmaktı. Görev yaptığı saraydan, Atatürk’e haber sızdıran yüzbaşı Neşet Bey, Eminönü’ndeki bir eczaneye girer.

Karşısında kendisi gibi korkusuz, direnişçi bir eczacı vardır. Genç eczacı, kimsenin görmediğinden emin olur olmaz, aslında gizli bir kapı olan kırmızı dolabı açar. Eczanedeki kırmızı dolabın arkasındaki merdivenden çıkılan bir odada telsiz-telgraf Asteğmen İhsan Efendi arkadaşlarıyla birlikte gizli görevleri olan Atatürk’e haber gönderme işini yerine getiriyordu. Atatürk’e hayatı pahasına destek veren bu eczacı Hüseyin Hüsnü Arsan’dır. Eczanedeki Kırmızı Dolap’a adını veren, bilinmeyen bu öyküdeki eczacının hayatını okuyucularla paylaşıyor olmak, hayatımın mutluluk kaynağıdır.

Eczanedeki Kırmızı Dolap kitabını yazarken oluşturduğunuz arşiv ve koleksiyondan bir eczacılık müzesi oluşturma planınız var. Bu plandan bahsetmek ister misiniz?

Eczacılık tarihinden pek çok değerli eseri, kitabı yazma sürecinde bir araya getirdim. Ülkemizde eczacılık tarihi hakkındaki bilgiler üniversitelerin ya da duyarlı az sayıdaki ilaç firmalarının koleksiyonlarında yer alıyor. Bunlar değerli çalışmalar, ama ben Joseph Haydn’ın “Eczacı” operasından Lumiere kardeşlerin çektiği filmlerde görünen ilk eczaneye kadar uzanan bir kültür derinliğinde eczacılık tarihimizi ziyaretçilerine sunan bir müze tasarladım. Sinem Dedetaş, belediye başkanı olduğu Üsküdar’ın İstanbul tarihinde ressamlar kenti ve sağlık merkezi olarak anıldığını, müzemi kurmak için Üsküdar’ın en doğru yer olduğunu söyleyerek, oluşturduğum bilgi birikimine sahip çıktı. Doğa ve Sağlık Müzesini en kısa sürede ülkemizin kültür mirasına kazandırmak için çalışıyoruz.

Eczanedeki Kırmızı Dolap
Sinem Us
Remzi Kitabevi
260 s.

(Kafa Kitap Kafası, 01.09.2025)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN