Yekta KOPAN
Erhan Bener’in Böcek romanı, bireyin içindeki karanlığı açığa çıkararak darbeyi en çarpıcı biçimde edebiyata taşıyan metinlerden biri.
12 Eylül’ün yıldönümü… Yalnızca siyasetin değil, edebiyatın da hafızasına kazınmış kara bir tarih. Darbe, yalnızca sokakları ve meydanları değil, sanatın da alanını daralttı. Tiyatrodan müziğe, sinemadan edebiyata kadar her yerde bir suskunluk, bir otosansür iklimi esti. Yaratıcı ifade, resmî ideolojinin çizdiği sınırların içine hapsedildi.
Ama edebiyat, tüm baskıya rağmen sessiz kalmadı; yüzleşmekten kaçınmadı. Darbenin toplumsal yıkımını ve bireylerin içindeki kırılmaları farklı yollarda anlattı. Erhan Bener’in Böcek’i işte tamm da bu yüzleşmelerden biri oldu. Dışarıdaki baskının içerideki karşılığını, o korkunç çöküşü göstererek. Böcek, bireyin içindeki karanlığı açığa çıkararak darbeyi en çarpıcı biçimde edebiyata taşıyan metinlerden biri.
Erhan Bener, romanın çıkış noktasını oğlunun 12 Eylül’de yaşadıklarından aldığını söylemişti. Bu nedenle Böcek, yalnızca bir edebi kurgu değil, tanıklığın da sesi. İlk kez 1982’de Adam Yayınları tarafından yayımlandığında çok konuşuldu. 1994’te Ümit Elçi tarafından sinemaya uyarlandı. Ama asıl gücünü hala sayfalardan alıyor. Bireysel bir psikolojinin içine yerleşmiş toplumsal karanlığı gösterme cesaretinden. Kitap günümüzde Everest Yayınları tarafından okura ulaştırılıyor.
Böcek, bir çöküş romanı. Komiser Recai, bir senatörün oğluna uyguladığı şiddet yüzünden geri hizmete alınmış, Ankara’nın soğuk bir sabahında küçücük bir odada masa başına sıkıştırılmıştır. Aslında onun gerçek çöküşü, devrimci öğrencilerle birlikte yanlışlıkla gözaltına alınan Binnur’la tanışmasıyla başlamıştır. Recai için karakola düşen herkes suçludur; fakat Binnur’a karşı içinde açıklayamadığı bir yakınlık uyanır. Bu yakınlaşma ikisinin de içindeki nefret duygusunu harekete geçirir.
Kendi içindeki karanlık
Romanın şimdiki zamanı Binnur’un gitmiş olduğu bir günde açılır. Recai hatırladıklarıyla kendi geçmişine dönerken, bedensel bir halsizlikte çöker üzerine. Takıntılı bir titizlikle yaşar; banyoda karşısına çıkan hamamböceğiyle girdiği mücadele ise romanın en çarpıcı simgesine dönüşür. Recai ile böcek, yalnızca iğrenç bir yaratık değil, aynı zamanda kontrol altına alınamayan, yok edilemeyen ve zihne musallat olan bir yabancıdır. Onunla hesaplaşırken, aslında kendi içindeki karanlıkla da yüzleşmektedir.
Böcek hakkında Ayhan Geçkin’in K24’te çıkan yazısını mutlaka okuyun. Geçkin, bu çok nitelikli değerlendirmesinde, romanın darbenin toplumsal şiddetini doğrudan anlatmadığını; ama bireyin zihinsel çürümesinde, paranoyasında, nefretinde görünür kıldığını işaret ediyor. Recai’nin Gregor Samsa ile akraba olup olmadığını da yorumluyor. İnsanda her iki romanı paralel okuma arzusu uyandıran bu eleştiri için Ayhan Geçkin’e teşekkür ederim.
Bugün 12 Eylül’ün üzerinden on yıllar geçmiş olsa da Böcek’in karanlık odasında gördüklerimiz hala güncel. Çünkü darbenin yarattığı korku, baskı ve yabancılaşma hali sadece bir dönemin değil, bu toprakların süreğen meselesi oldu. Recai’de gördüğümüz paranoya, nefret ve tiksinti, bir bireyin hastalıklı zihninde en uç noktaya varıyor; ama aynı zamanda darbe yıllarının korku atmosferinden besleniyor. Recai’nin şiddet ve saplantıları kişisel bir suç olarak kalırken, bu kişisel suçun beslendiği zemini darbe döneminin toplumsal hafızasında aramak gerekiyor.
Erhan Bener’in güçlü romanı Böcek, 12 Eylül darbesinin en sissiz ama en güçlü tanıklarından biri.
Böcek/Erhan Bener/Everest Yayınları/Roman/225 Sayfa
OksijenO2, 19-25 Eylül 2025)


Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN